Yuvarlak küreden düz kareye, dönüşen dünyanın pazarlarında, sağlam bir yer edinmenin yolu, kendi kültürünü unutmaktan değil, tam tersine sıkı sıkıya sarılmaktan geçiyor. Artık dünyada ülkeler değil, kültürler savaşıyor. Başka kültürlerle yarışmak için, dünyaya kapanmaktan daha çok, dünyaya açılmak hayati önem taşıyor. Kapalı toplumlar dünyanın en zengin hammadde kaynaklarına sahip olan Sovyetler Birliği gibi, üretim güçlerini yitirerek dağılıyorlar.
Dijitalleşmeyle siyasal sınırların ortadan kalktığı bir dünyada, Türkiye Batılıların seküler kültürünü benimseyerek, Batıların saldırısından kurtulamaz. Türkiye Türk ve İslam dünyasıyla birlikte, Cumhuriyet’in yüzyıla tamamlanan diliminde, Batıyla ciddi bir hesaplaşma süreci yaşayacaktır. Batıyla hesaplaşmada Anadolu insanının en büyük silahı, yüzyılların içinde oluşan kültürü olacaktır.
Kültürlerin savaştığı bir dönemde kültürünü inkar eden ülkelerin, dünya ekonomisinde olduğu kadar, dünya politikasında da önemli bir yerlerinin olması mümkün değildir. Kendisi olmaya karşı çıkarak, başkasına özenen insan nasıl gülünç olursa, kendi kültürünü göz ardı ederek, başka kültürlere özenen ülkeler de, özgünlükleriyle birlikte güvenirliliklerini yitirirek gülünçleşirler.
İki binli yılların başında, siyasal sınırlardan daha çok, ekonomik kültürel sınırların önem kazanması, Anadolu insanını başka kültürlere açarken, kendi kültürüne önem verme çalışmalarını hızlandırmıştır. Çünkü tarihe bakıldığı zaman, en güzel kültür ve edebiyat eserlerinin, başka kültürlerle içiçe yaşandığı dönemlerde verildiği görülür. Bu yüzden Türk ve İslam dünyasının, bilgi ve bilgelik alanındaki, en güzel eserleri, İspanya’da, Orta Asya’da ve Anadolu’da verilmiştir.
On sekizinci ve On dukuzuncu yüzyıllar Avrupa’nın yüzyılları olmuştur. Avrupa dünyanın merkezine yerleşmiştir. Bütün ülkelerin dünyadaki konumları, Avrupa’ya yakınlıkları ya da uzaklıklarıyle belirlenmiştir. On beşinci ve On altıncı yüzyıllar Osmanlı yüzyıllarıdır. Osmanlılar Roma İmparatorluğu’nun bütün topraklarını ele geçirerek, Ortaçağ’ı kapatmışlar ve Yakın Çağ’ın kapılarını açmışlardır. Yirminci yüzyıl Amerika’nın yüzyılı olarak biliniyor. Ancak Amerika’nın yüzyılı uzun sürmemiştir. Soğuk Savaşı’n sona ermesiyle, dünya çift kutupluluktan, çok kutuplu bir yapıya dönüşmüştür, hem Amerika, hem Rusya ağırlığını yitirmiştir.
Cumhuriyet’in yaşının yüz yıla yaklaştığı bir dönemde, Türkiye, Anadolu insanının dünyaya açılmasıyla, Balkan’larda, Kafkas’larda, Orta Doğu’da ve Asya’da önemli bir güç merkezi olmuştur. Oluşmakta olan düz kare dünyada “Küçük Asya”, Avrupa’da on milyonu aşan Türklerle, elli milyonu bulan Müslümanlarla, Amerika ve Çin arasında dengeleyici ve düzenleyici bir konum kazanmıştır. Çin’da Türklerle birlikte, iki yüz milyona yakın Müslüman yaşamaktadır. Gerçek sayıyı Çin kapalı bir toplum olduğu için, devlet dışında kimse bilmiyor.
Türkler Avrupa’yı camilerle birlikte, işyerleriyle donatmışlardır. Türk girişimcileri Japonya’dan Amerika’ya kadar, dünyanın her ülkesinde yatırım yapmaya başlamışlardır. Türkiye iki binli yılların başında , Avrupa’nın çevre ülkesi değil, bütün dünyaya dağılan, Türk ve İslam dünyasının merkez ülkesidir.
Türkiye devlet Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, büyük bedeller ödeten darbelere rağmen, kültürüyle, tarihiyle ve insanıyla barışmıştır. Ve bütün dünyaya dağılan, Türklerle ve Müslümanlarla, önemli bir ekonomik ve kültürel güce ulaşmıştır.
Gelecek yüzyılın fatihleri ordular değil, girişimciler olacaktır. Bayrak ordulardan önce, girişimcileri izler.
Girişimciler ürünlerini ve hizmetlerini götürdükleri ülkelere, kültürlerini götürürler.
Kültürlerin savaştığı dünyada, yeni fatihler üreten el olmasını bilen girişimcilerdir.
Yeryüzü girişimcilerin ürün, hizmet ve bilgi üretilen, eşsiz gizemli atölyesidir.
Sınırsız dünyada girişimcilerden daha büyük, daha etkili bir güç yoktur.