Dünyada kan ve gözyaşı dökülmesinin önüne uzlaşmayı çatışmadan üstün tutanlar geçerler

Türkçe’ye çok sayıda kitap kazandıran Ergun Göze’nin çevirerek, yayına hazırladığı “Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’in Hatıraları ve Sultan Abdülhamid” kitabında, İsrail’in kuruluşuna giden yol ayrıntılarıyla anlatılır. Türklerin Kudüs’ten çekilmeleriyle, Filistin’de kesintisiz dört yüzyıl süren uzlaşma, sürekli çatışmaya dönüşür. İsraillilerin ve Filistinlilerin elinde, Kudüs’te kan ve gözyaşı dökülmeye devam ediyor, ne zaman sona ereceğini kimse bilmiyor.

Okumaya devam et “Dünyada kan ve gözyaşı dökülmesinin önüne uzlaşmayı çatışmadan üstün tutanlar geçerler”

Ekonomik kültürel siyasal kuruluşlarda kırk ölçmeyenler bir biçmeyenler işyerlerini kapatmak zorunda kalırlar

Kururuluşlar her zaman ellerindeki, insan, sermaye, makina ve hammadde gibi sınırlı kaynakları, değişik yatırım alanları arasında, uygun oranda dağıtmak ve verimli olarak değerlendirme sorunuyla karşılaşırlar. Kuruluş kaynaklarının bir alana yönlendirilmesi, başka bir alanda yapılacak yatırımları önlediği için, bir kuruluş yatırım yapmadan önce, sermayesini bağlayacağı alanı, iyi araştırmak zorundadır.Her kuruluşun bir yatırım yapmak için, kırk kere düşünmesi gerekir.

Okumaya devam et “Ekonomik kültürel siyasal kuruluşlarda kırk ölçmeyenler bir biçmeyenler işyerlerini kapatmak zorunda kalırlar”

Her gün yeniden doğarak sürekli yenilenenenlerden kimse usanmaz

Ekonomide devletin ağırlıklı olduğu ülkelerde, devlet kuruluşlarında çalışanlara, kendi işlerini kurmaya çalışanlardan daha çok önem verilir. Üretim güçsüzlüğü çeken toplumlarda, kamu kuruluşlarının üretimdeki yerleri, özel kuruluşların yerlerinden çok daha büyüktür. Toplumun bütün kesimleri, devletin topluma hizmet etmesinden daha çok, toplumun devlete hizmet etmesini isterler. Bu yüzden devletin yönetimden daha çok, üretime önem verdiği toplumlarda, girişimcilik kültürü zenginleşmez.

Okumaya devam et “Her gün yeniden doğarak sürekli yenilenenenlerden kimse usanmaz”

Mavera’nın türkiye’nin toplumsal ve si̇yasal yapısına etkileri ve öyküsüyle ilgili prof.dr.ahmet cihan ve prof.dr.ömer say’ın başkanlığında yapılan araştırmaya arkaplan oluşturmak amacıyla yaptığımız uzun soluklu bir görüşme

AHMET CİHAN:

Mavera projesi üniversitemizin bilimsel araştırmalarına destek ve katkılarıyla önümüzdeki dönemde yayına dönüşmesi düşünülen bir çalışma. Sizlerin de geniş ufuk açıcı bilgi birikimiyle, bu yayının daha da derinleşeceğini ve daha zengin anlam kazanacağını düşünüyoruz. Önceden teşekkür ederiz her türlü katkılarınız destekleriniz için.

ÖMER SAY:

Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bizim açımızdan büyük bir deneyim olacak . Aynı zamanda projenin de güçlü bir şekilde yürümesinde bir yol haritası olacağını düşünüyoruz. Biraz da giriş olsun açısından, Mavera dergisinin nasıl oluştuğunu ilk elden bilen biri olarak sizden öğrenelim. Mavera dergisi nasıl ortaya çıktı ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergileri yayınlarına ara vermişti. Mavera, birikimlerini bir dergide ortaya koymak amacıyla, bu üç derginin yayınına ara vermesinden üzüntü duyan ve onları seven şair ve yazarların girişimiyle, yayın hayatına başladı.

İlk sayısı 1976 yılının Aralık ayında yayınlandı. Mavera, Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergilerinin bir devamıdır. Ancak. Mavera’nın söz konusu üç dergiden önemli bir farkı vardır. Mavera bir takım dergisidir.

Büyük Doğu dergisinin bir kurucusu vardır:Necip Fazıl. Büyük Doğu denildiği zaman akla Necip Fazıl gelir. Necip Fazıl’sız Büyük Doğu, Büyük Doğu’suz Necip Fazıl düşünülemez. Diriliş dergisi denildiği zaman akla kurucusu Sezai Karakoç gelir. Diriliş’siz Sezai Karakoç, Sezai Karakoç’suz da diriliş dergisi düşünülemez. Aynı değerlendirme Edebiyat dergisi için de geçerlidir.

Edebiyat dergisinin de bir kurucusu vardır:O da Nuri Pakdil’dir. Her ne kadar Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören de kurucular arasında yer alsa da, Nuri Pakdil’in öncülüğü ve ağırlığı açıkça görülür. Edebiyat’sız Nuri Pakdil, Nuri Pakdil’siz Edebiyat dergisi düşünülmez.Edebiyat dergisi Nuri Pakdil’le Edebiyat dergisi olmuştur.

Mavera dergisi ise bir takım çalışmasıdır.Takım çalışmasına yatkın aydınların kurduğu bir dergidir.Mavera dergisinin kurucusu ,sahibi, denemecisi, şairi, yazarı, hikayecisi yok, kurucuları, sahipleri, denemecileri, şairleri, yazarları vardır. Mavera dergisi yedi kurucusu olan bir dergidir. O yüzden de, Mavera dergisi denildiği zaman akla yedi kişi birden gelir. Nerede birinin adı anılırsa , onunla birlikte hepsinin adı anılır.

Mavera’nın kurucularının hepsi eşitler arasında birincidir. Bunun için,Mavera’nın hem ulusal hem de uluslararası ölçekte etkisi büyük olmuştur. Mavera dergisinin bütün olarak etkilediği kesim, tek tek yazarlarının etkilediği kesimlerin toplamından çok daha büyüktür. Mavera dergisi Anadolu insanı için, duvarları ve kapıları olmayan, açık bir üniversite görevi yüklenmiştir.

ÖMER SAY:

MAVERA DERGİSİ KURULUŞUNDA KENDİSİNE NASIL BİR MİSYON BELİRLEDİ? MAVERA’NIN BİR KIZIL ELMASI VAR MIYDI?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Mavera dergisinin ilk sayıda yayınlanan çıkış mektubunda, derginin misyonu vurgulanmıştır. Mavera edebiyatı medeniyet için bilen, edebiyatsız medeniyet ,medeniyetsiz edebiyat olmayacağına inanan aydınların dergisidir. Büyük Doğu , Diriliş, Edebiyat dergileri gibi , Mavera dergisi de Anadolu insanının bin yıllık medeniyet değerlerini edebiyatta yansıtmak üzere, yola çıkmış bir dergidir.

Mavera şairleri de ,Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi, edebiyatı gerçeği aramanın ve anlatmanın en önemli , en etkili yolu ve yöntemi olarak gördüler. Onların düşünce ve eylem dünyasının kızıl elması, güzel olan gerçeği , gerçek olan güzeli aramaktır.Onlar için edebiyat düşünce ile eylem arasında köprüdür. Düşüncesiz eylem eylemsiz düşünce olmaz. Edebiyatla düşünce ve eylem altın oranda harmanlanır.

Küçük Türkiye haritasına değil,büyük dünya haritasına odaklanan Mavera dergisi , hem yerel hem de küresel olmak için , Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi, sabit ayağını Türkiye’de tutarak , değişen ayağıyla bütün dünyaya açılmıştır .Mavera kültür ve sanat dünyasına çok geniş bir vizyondan bakmıştır. Mavera yazarları ve okurlarıyla birlikte yabancılaşmaya karşı, kendi değerleriyle yerlileşmeyi , daha genel kavramlarla söylenirse,Batılılaşmaya karşı Doğulaşmayı savunanların dergisi olmuştur.

Mavera yerel düşünen küresel davrananların dergisidir. Mavera yazarları gönüllerindeki akıllarıyla yerel düşünmeyi , başlarındaki akıllarıyla küresel davranmayı bilmişlerdir.Erdem Bayazıt’ın “Sürüp Gelen Çağlardan”şiirinde ustalıkla özetlenmiştir.

“İsyanın Macarcasına ezilmenin Çekoslovakcasına / Yanmanın Polonyacasına direnmenin Vietnamcasına / Gerillanın Arapcasına” bakarak, acı çeken insanların seslerini bütün dünyaya duyurmaya çalıştılar. Filistin’den ,Macaristan’a , Vietnam’dan Çekoslovakya’ya kadar bütün insanlığın sorunlarıyla ilgilendiler, bütün dünyayı barışa, sevgiye ,kardeşliğe çağırdılar.

Mavera hiçbir zaman gereksiz ve anlamsız edebiyat tartışmalarının yer aldığı bir dergi değildi. Mavera dergisi kendi doğrularını başkalarının yanlışlarından yola çıkarak anlatan bir dergi de olmadı. Başlangıçta kendisini sürekli kendi doğrularını vurgulayan ,kendi doğrularını gündeme taşıyan bir dergi olarak konumlandırdı.

Mavera’nın hiçbir sayısında yararsız tartışmalar yer almadı . Ancak Mavera yalnızca edebiyat , yalnızca şiir , yalnızca hikaye , yalnızca deneme diyen bir dergi de olmadı.Mavera her zaman “Bahçe biziz gül bizdedir”, “Arı biziz bal bizdedir”,”Güneş biziz ışık bizdedir” , “Biz Ademoğullarıyız yetmiş iki dil bizdedir “ demeyi bildi ve de etkili oldu.Mavera insanlığı ilgilendiren her sorunu sayfalarına taşıdı.

ÖMER SAY:

MAVERA’NIN İLGİ ALANLARI NELER OLDU ? NASIL DÜNYAYA AÇILDI ? BİR EDEBİYAT DERGİSİ OLMASINA RAĞMEN DÜNYADA İLGİ GÖSTERMEDİĞİ BİR KONU YOK . ÇEVRE SORUNLARINA YER VERİYOR.TEKNOLOJİNİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİ TARTIŞIYOR.AFGANİSTAN DİYOR ,SURİYE DİYOR.

NAZİF GÜRDOĞAN:

Mavera dergisinde bütün dünyaya dönük , Anadolu insanı ilgilendiren her alana yer verildi. Hayatın kültürel boyutları yanında ,ekonomik , teknolojik , siyasal ve toplumsal boyutlarına da,dergi sayfalarında geniş alan açıldı.

Benim “Teknolojinin Ötesi” , “Kültür ve Sanayileşme” kitapları, Mavera’da yayınlanan yazılardan oluştu.Teknoljinin nasıl iki yanı keskin bir kılıç olduğu, enine boyuna tartışıldı.Teknolojisiz kültürün güçsüz , kültürsüz teknolojinin ilkesiz olacağı ortaya konuldu.

“Kirlenmenin Boyutları”kitabımızı oluşturan yazılarda olduğu gibi, Mavera’da hiç gündemden düşmeyen çevre sorunları ele alındı. Dünyada kirlenmenin büyük bir buzdağına benzediği, buzdağının su üstünde görünen kısmı olan çevre kirlenmesinin, su altında kalan, görünmeyen kısmının oluşturduğu, kültür kirlenmesinden kaynaklandığı vurgulandı.

Türkiye’de çevreye duyarlı kesimlerde, Mavera çevre kirlenmesinin görünen boyutları kadar, görünmeyen boyutlarına da önem veren sıradışı ve özgün bir çevre bilinci oluşturdu.

Sovyetler Birliği’nin sonu ve dönemin en önemli uluslararası siyasal sorunu olan Afganistan işgaline, dünya ölçeğinde ses getiren çok boyutlu bir tepki gösterildi..Erdem Bayazıt,Yücel Çakmaklı,Ahmet Bayazıt,Şenol Demiröz, Halil İbrahim Sarıoğlu karadan Afganistan’a giderek, işgalle ilgili, bir belgesel hazırladılar.Çok ilgi gören ve ikinci baskısı yapılan bir Afganistan özel sayısı hazırlandı.

Bugün Halep’in yerle bir edilmesi gibi, geçmişte de Hama haritadan silinmiş, büyük bir katliam yapılmıştı .Afganistan gibi, Suriye de yazılara, şiirlere, romanlara konu oldu. Amerikalı Ömer Faruk Abdullah’ın İsmail Faruki’nin danışmanlığında hazırladığı doktora çalışması, “Suriye Dosyası” Türkçeye çevrilerek yayınlandı.

Yetmişli yılların başında ben İngiltere’de,Rasim Özdenören Amerika’da,Nuri Pakdil de Fransa’daydı. Cahit Zarifoğlu da otostopla bütün Avrupa’yı dolaşmıştı .Hepimizin Amerika ve Avrupa’daki düşünce , kültür ve sanat hareketlerini yakından tanıma imkanımız oldu.

ÖMER SAY:

SÖZ AMERİKA VE AVRUPA’YA GELMİŞKEN. TÜRKİYE İLK DEFA BATILI MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLERİ MAVERA DERGİSİ ARACILIĞIYLA TANIDI . İLK YAZILARI SİZ DA SİZ YAZDINIZ .ONLARLA NEREDE NASIL TANIŞTINIZ ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Bütün bir Türkiye Batılı Müslümanların öncüleri olan Rene Guenon , Fritcof Schoun , Martin Lings , Titus Burchardt , ilk adı Ian Dallas olan Abdülkadir Es_Sufi , Seyyid Hüseyin Nasr , Hamit Algar ve Malcolm X’i Mavera dergisi aracılığıyla tanıdı.

Ben 70li yılların başında Londra’daydım. Onların yakın çevresiyle tanışma imkanım oldu. Batı dünyasında ilgi gören bütün kitaplarını Türkiye’ye getirdim.Özdenören’in Amerika’dan,benim İngiltere’den getirdiğim kitapların başında Malcolm X’in otobiyografisi geliyordu.

Rene Guenon’un “Modern Dünyanın Bunalımı” peşinden Seyyid Hüseyin Nasr’ın “İnsan ve Tabiat” isimli kitabı Nabi Avcı tarafından Türkçe’ye çevrilerek, Ahmet Kot’un yönettiği Yeryüzü yayınları arasında yer aldı. Sonra Lings’in kitaplarından Frithjof Schuon kitaplarına kadar bütün kitaplar Türkçe’ye kazandırıldı .

Batılı Müslüman aydınlar Türkiye’deki kültür ve sanat çalışmalarına büyük bir canlılık kazandırdılar. Onların yardım ve destekleriyle Mavera dergisi bütün dünyada izlenen bir dergi oldu. Onlar Türkiye’yi tanıma ve Türkiye’ye gelme imkanı buldular. Mavera yazarlarının bütün dünyayla kültürel bağlar kurmalarına öncülük yaptılar.

Berkeley’deki Kaliforniya üniversitesinde öğretim üyesi olan Hamid Algar’ı İngiltere’deyken tanımıştım. Tasavvufa ,tasavvuf tarihine ilişkin çok değerli çalışmaları vardır. Çok iyi Türkçe , Arapca , Farsca bilir. Cambridge Üniversitesinin en başarılı öğrencilerinden biri olmuştur. Fars ve Arap Dili Edebiyatı uzmanıdır.İran’da doktora yapmıştır.

Algar Seyyid Hüseyin Nasr’ı İran’dan tanır, Türkiye’yi de yakından bilir. Eşi Ayla Algar üniversitede öğretim görevlisi olan bir Türktür. Mavera’nın ikinci sayısında Algar’la bir konuşma yaptık. O sırada Algar ODTÜ’sinde misafir öğretim üyesiydi. Cahit Zarifoğlu ile beraber gittik , konuşmayı birlikte yaptık. Konuşma Erdem Bayazıt’ın adıyla yayınlandı .

Algar konuşmasında çok özgün değerlendirmeler yapmıştı.Konuşma okuyucular tarafından ilgiyle karşılandı.Ergun Göze konuşmayı Tercüman gazetesindeki köşesinde hiç kısaltmadan alıntıladı.Algar Berkeley ve Cambridge üniversitelerinde çok yakından tanıdığı Oryantalistleri yazdıklarına inansalar, Müslüman olurlar diye eleştirmişti. Yeni kelimeleri çok sevmezdi, ölçülü bir dil kullanmaya özen göstermişti.

Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” şiirini İngilizce’ye çevirmiş ve yöneticiliğini yaptığı Mizan dergisinde yayınlamıştı.Sezai Karakoç’un “Ruhun Dirilişi” kitabından “Hazreti Yusuf’un Düşü”nü İngilizceye çevirmek için çalıştığını söyledi. Sonraki yıllarda Algar’ın

Nakşilik tarihiye ilgili çalışmaları hem Mavera dergisinde, hem de Diriliş dergisinde yayınlandı ve kitaplaştı. Mavera dergisi kısa zamanda bütün dünyadan geniş bir okuyucu ve yazar halkası oluşturdu.

ÖMER SAY:

MAVERA DÜNYAYA AÇILMADA NASIL BİR STRATEJİ İZLEDİ ? MAVERA’NIN AMERİKA’YA AÇILMASI NASIL OLDU?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Cahit Zarifoğlu müthiş bir iletişim kurma ustasıydı. Erdem Bayazıt onun için “günde üç vardiya çalışır” derdi.Hepimiz akşamları ve hafta sonları dergide olurduk. Mavera Anadolu’nun kültür ve edebiyat sevdalıları için bir “Görünmeyen Üniversite”idi.

Zarifoğlu başta olmak üzere, herkes çevresini harekete geçirmek için, elinden gelen ne varsa yapardı. Zarifoğlu Avustralya’dan Amerika’ya kadar, her gün onlarca mektup yazar, her yerden ona yüzlerce mektup gelirdi.

Princeton’da Talat Halman’a , Harvard’da Gönül Alpay ve Şinasi Tekin’e dergiler gönderildi.Onlar da Mavera’yı sevdiler.Halman,Zarifoğlu ve İnan’ın şiirlerini İngilizce’ye çevirdi. Mavera şairleri antolojisi hazırlamayı düşündüğünü yazmıştı.

Mavera’yı, kütüphanelere, Amerika ve Avrupa üniversitelerine gönderirseniz abone olurlar bilgisini vermişlerdi. Gerçekten dergi ve mektup gönderilen üniversitelerin ve kütüphanelerin bir çoğu Mavera’ya abone oldu.

Ben 90’lı yılların başında Columbia ve Cornell Üniversitesine gittiğim zaman, derginin ciltlerini ve Mavera yazarlarının kitaplarını kütüphanelerinde gördüm.Edebiyatın kimlik taşımadığına tanık oldum.

Mehmet Akif’e,Yahya Kemal’e,Necip Fazıl’a ,Sezai Karakoç’a dünyanın hiçbir ülkesinde kimlik sorulmaz.Onlar bütün ülkeleri vizesiz dolaşırlar. Bütün dünyanın üniversite ve kütüphanelerinin kapıları onlara sonuna kadar açıktır.

ÖMER SAY:

MAVERA KURUCULARIYLA BÜYÜK DOĞU, DİRİLİŞ, EDEBİYAT DERGİLERİ ARASINDAKİ BÜYÜK SAYGI VE SEVGİ ORTAK DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİP OLMAKTAN MI KAYNAKLANIYOR?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Büyük Doğu,Diriliş,Edebiyat,Mavera dergileri, kurucuları ve yazarlarıyla, sağda ve solda değil, İslam’da yer alan dergilerdir. Onlar Türkiye’nin geleceğini Doğu’da, Batı’da değil, Ortadoğu’da, İslam’da aradılar. Dergilerin yayınlandığı yıllar bütün dünyada sağ sol çatışmalarının doruk noktasına çıktığı savaş yıllarıdır.

Komünist ve Faşist yönetimlerin bütün dünyayı kan ve gözyaşı gölüne çevirdiği Soğuk Savaş dönemidir. Karşı cepheyi yerle bir etme stratejisinin teorisyeni,Lenin’in “Savaş Üstüne” kitabını yanından ayırmadığı Prusyalı General Clausewitz’’tir.Amerika Vietnam’da, İsrail’in Filistin’de , orantısız güç kullanan, milyonlarca insanın kanını döken, Clausewitz’in , dehşet verici “Topyekün Savaş” stratejisini izliyordu.

Rusya’nın öncülüğünde Sovyetler Birliği Çekoslovakya’yı işgal etti, Dubçek’in “Prag Baharı” tanklarla bastırıldı.Doğu Avrupa’nın “Prag Baharı” bugünün Mısır’ının “Kahire Kışı”na dönüştü.Edebiyat Dergisi Nuri Pakdil’in öncülüğünde böyle bir dönemde yayın hayatına başladı

Türkiye’nin Cumhuriyet yıllarına damgasını vuran dört dergi ve yazarları arasında, bir bütünlük ve süreklilik içinde, kan kardeşliği değil, yol kardeşliği vardır. Kurucuları arasında karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, bir usta çırak ilişkisi, bir hoca öğrenci ilişkisinin olması,her düşünce ve sanat hareketinde olduğu gibi, çok doğaldır.

Mavera Dergisi “68 Kuşağı”nın dergisidir.Ancak dünyadaki benzerleri gibi, insanlığın geleceğini Moskova ve Washington’da aramadı,.Mavera dergisi kendisini seküler kültür içinde değil, kutsal kültür içinde konumlandırdı.Yunus’suz,Mevlana’sız,bir Türkiye,bir İslam Dünyası,bir dünya olmayacağını düşündü.

Mavera Necip Fazıl’ın:”Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış/Marifet bu, gerisi yalnız çelik- çomakmış”görüşünün, hiç taviz vermeyen ,en etkili , en başarılı savunucusu oldu. Bu yüzden, Mavera dergisi yazarları, Türkiye’de kanlı bir çatışmaya dönüşen, sağ ve sol hareketlerin, yoksul ve zengin tartışmalarının içinde yer almadı.

ÖMER SAY:

MAVERA’NIN DAYANDIĞI ANA KAYNAKLAR İSLAM DÜNYASININ HANGİ DÜŞÜNÜRLERİ OLDU? SİZ “BİR ELDE MESNEVİ BİR ELDE MUKADDİME”OLSUN DİYORSUNUZ.TÜRKİYE DÜNYAYA MESNEVİ VE MUKADDİME İLE Mİ AÇILACAK YA DA AÇILMALI MIDIR ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Mavera yazarları, sürekli iktisatçılar, sosyologlar, siyasetçiler, Adam Smith, Karl Marx, Max Weber’de arayıp da bulamadıkları ne varsa, gelsinler aradıklarını Mevlana’da, İbn Haldun’da bulsunlar, çağrısında bulundu. Onlar Sezai Karakoç’un “Ekonomi, toplum varlığının temel sebebi değil, görüntülerinden biridir. Temel faktör,inançtır.” görüşünü içselleştirerek, “belirleyici olanın ekonomi değil, kültürdür “ görüşünün yorulma bilmez savunucuları oldular.

Marx dini toplumların afyonu olarak görürken, Mevlana varoluşun kaynağı olarak görür .İbn Haldun dine yardımlaşma ve dayanışmanın en önemli,en güçlü kaynağı olarak bakar . İslam dünyasının geleceğini inşa edecek mimarların bir elinde Mesnevi bir elinde de Mukaddime olacaktır.Mesnevi insanlığın iç dünyasını,Mukaddime ise insanlığın dış dünyasını yeniden inşa etmede kutsal kültürün iki ana kaynağıdır.

Yahya Kemal’in çok öz ve çok özet biçimde açıkladığı gibi, Anadolu insanı geçmişte Viyana’ya Mesnevi okuyarak gitmişti,gelecekte de Washington’a Mukaddime okuyarak gidecektir.Mesnevi ve Mukaddime’de ele alınmamış konu , tartışılmamış sorun yoktur. Aristo ve Farabi geçmiş yüzyılların iki kutup yıldızıydı,Mevlana ve İbn Haldun gelecek yüzyılların iki kutup yıldızı olacaktır.

ÖMER SAY:

MAVERA DERGİSİ VE KURUCULARIYLA BÜYÜK DOĞU;DİRİLİŞ;EDEBİYAT

DERGİLERİ ARASINDA DÜŞÜNCE VE EYLEM AÇISINDAN OLAN BAĞLARI AÇIKLAMANIZI İSTESEK, NELER SÖYLERSİNİZ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Cahit Zarifoğlu dört dergi ve yazarları ve kurucularını bir ağaca benzetirdi.”Ağacın kökleri Necip Fazıl, gövde Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, dallar Rasim Özdenören,Erdem Bayazıt,Cahit Zarifoğlu,Akif İnan ,Alaeddin Özdenören,Nazif Gürdoğan,Hasan Seyithanoğlu ”derdi.Sözkonusu dergiler,aynı düşünce ve eylem misyonunu temsil eden, büyük bir ailedir.

Zarifoğlu’nun bu benzetmesi,dergiler ve yazarlar arasındaki süreklilik ve bütünlük içindeki saygı ve sevgiyi çok güzel anlatır.Tarihin her döneminde düşünce ve kültür hareketlerinin güçleri ve etkileri bütünlük ve sürekliliklerinden kaynaklanır.Dört derginin kurucularının her biri Anadolu’nun bin yıllık tarihi birikimine sahiptir.

Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera Dergileri,İslam’ın ana kaynaklarına dayanan düşünce ,kültür,sanat hareketlerini bütünlük ve süreklilik içinde ele arak bugünlere taşımıştır.Gelecek kuşaklar geriye dönüp baktıklarında,sözkonusu dergi ve yazarların bıraktıkları yol haritasını izlediklerini göreceklerdir.

Dört dergi de kendilerinden önce gelenleri izlemişleri, kendilerinden önce gelenlerin düşünce ve eylemlerine yeni açılılımlar kazandırmışlardır.Her kuşak tarihi yeniden yazmak,yeniden yorumlamak zorundadır.Dört dergi ve yazarları,Türkiye’nin bir yüzyılını yeniden yazmışlar,yeniden yorumlamışlardır.

Büyük Doğu,İslam’ın bütün değerlerinin ekonomik,siyasal , kültürel hayattan sökülüp çıkarıldığı bir dönemde, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak/Haykırsam kollarımı makas gibi açarak” demesini bilmiş ve Türkiye’nin tarihi yeniden yazmış,yeniden yorumlamıştır.

Necip Fazıl “Bu eser benim varlığım,vücut hikmetim,her şeyim.Ben arının peteğini hendeseleştirmeye memur kılınması gibi ,bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım” dediği,bir gelecek inşa etme tasarısı olan “İdelocya Örgüsü”nü yazmıştır

Sezai Karakoç Samuel Huntington’dan çok daha önce,”Diriliş Neslinin Amentüsü” kitabında,dünyada medeniyetler savaşının yeni başlamadığını,Habil ve Kabil’den beri medeniyetlerin savaştığını, savaşın Kıyamet’e kadar devem edeceğini ustalıkla anlatır.

“Diriliş Neslinin Amentüsü” kitabı, Farabi’nin “Erdemli Devlet”i gibi, yeni bir erdemli devlet çalışmasıdır.Karakoç kitabında , demokrasiye ilişkin, medeniyete ilişkin, ekonomiye ilişkin, edebiyata ilişkin, politikaya ilişkin görüşlerini ana çizgileriyle öz ve özet olarak anlatır. “Yitik Cennet”te Karakoç İbn Arabi’nin “Füsus”nu bugüne taşır.

Nuri Pakdil şiirle düşünen,düşüncelerini şiirle ortaya koyan,”servetim ve mirasım eylemdir” diyen bir edebiyatçıdır. Yerli edebiyatı oluşturabilmek için , Pakdil kutsal kültürün kutlu kentlerine odaklanır .”Kabimin yarısı Mekke’dir ,yarısı Medine’dir,üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır.”demeyi eylemlerin yol haritası yapan Pakdil’in, bir ayağı kutlu kentlerde ,diğer ayağı bütün dünya kentlerindedir. Bu yüzden, Ortadoğu başta olmak üzere bütün dünya şairlerinden çeviriler yapmıştır. Türkiye’deki pek çok şiir sevdalısı, pek çok şiir tutkunu dünya şairlerinin şiirlerini Pakdil’in Edebiyat Dergisindeki yazılarından ve çevirilerinden tanımıştır.

Mavera Dergisi kendinden önce yayınlanan üç derginin ve üç kurucusunun düşünce ve kültür dünyalarını zenginleştirerek , gelecek kuşakların ekonomik,siyasal ve kültürel dünyalarına yeni boyutlar kazandırdı.Mavera dergisi, bilim ve teknolojinin,hayatı karmaşıklaştıran,gösteriş tüketimini körükleyen, çevresel ve kültürel kirlenmeye hız ve yoğunluk kazandıran etkilerine karşı , Anadolu insanını edebiyatla silahlandırdı.

ÖMER SAY:

Necip Fazıl ile başlayan yerli düşünceye ilgi, Mavera’ya gelince, bir ağacın dalları ve yaprakları gibi,büyüyerek dünyaya açılmıştır. Yerli değerler dünyaya açılırken, Mavera yerli düşünceyle bağlarını sağlam tutmuştur. Bu nedenle de Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil geleneğinden büyük ölçüde yararlanmıştır.

Benim gözlemlediğim kadarıyla Mavera’nın İslam anlayışının, İslam’ı yorumlayış biçiminin geleneksel düşünceyle barışıklığı da aktif rol oynuyor. Özellikle tasavvuf dikkatimizi çekiyor. Bunun için neler söylersiniz.

NAZİF GÜRDOĞAN:

Mavera olsun, Büyük Doğu olsun,Diriliş olsun, Edebiyat olsun,hepsinin tasavvuf kültürüne ilgileri, sevgileri, saygıları vardır. Dört derginin kurucu ve yazarları, Gazali’siz,Yunus’suz, Mevlana’sız,İbn Arabi’siz, Hacı Bayram’sız, Hacı Bektaş’sız bir Anadolu, bir Doğu ve bir Batı dünyası düşünülemeyeceğini kitaplarında ve yazılarında sürekli vurgulamışlardır. Onlar için, kutsal kültürün özü tasavvuftur,tasavvufun özü sohbettir,sohbetin özü şiirdir.

Tasavvuf kültürünün derinliklerinde uzun yolculuklara çıkmayanlar , hayatın şiirini yakalayamazlar. Her gün biraz daha fazla tüketmekle mutluluğun daha fazla artmayacağının bilincinde olmayanların, dünyayı ateş çemberinin dışına taşımaları ve hayatı yaşanır kılmaları mümkün değildir.Dört derginin kurucuları ömürleri boyunca,Yunus gibi,ne varlığa sevindiler,ne yokluğa yerindiler,ömürleri boyunca yalın ve derin yaşadılar.Onlar dünyanın peşinden değil,dünya onların peşinden koştu.

Necip Fazıl, bir gönül insanı olan Arvasi’yi tanıdıktan sonra bütün dünyası değişti.Geçirdiği büyük bunalımı anlatan “Çile” şiirini yazdı.O güne kadar “Kaldırımlar”ın şairi olarak bilinen Necip Fazıl,o günden sonra “Çile”nin şairi olark bilinmek istediğini,yazılarında, konuşmalarında, tekrar tekrar vurguladı.Necip Fazıl “O ve Ben” kitabında büyük bir gönül mimarını nasıl tanıdığını,onun hayatını ,düşünce ve eylem dünyasını nasıl değiştirdiğini ,tarihsel boyutta ve tasavvuf ekseninde büyük bir ustalıkla ayrıntılı olarak anlatır.

Bir kuşak Cumhuriyet döneminde gelmiş bir “Horasan Ereni”ni, Necip Fazıl’ın “O ve Ben” kitabıyla tanıdı ve sevdi. Bir Anadolu ermişinin portresiyle birlikte tasavvuf dünyasının derinlikleri ve zenginliklerini “O ve Ben”de çok çarpıcı,çok etkileyici,çok akıcı bir dille ele alır. Necip Fazıl tasavvufun derinlikleride uzun yolculuklara çıkmasaydı,”Çöle İnen Nur”u yazamazdı,”Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; / Gökten habersiz uçurtma uçurmuşum”diyemezdi.

Dört derginin kurucuları ve yazarlarının hepsi,Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine doğru uzun ve büyük bir yolculuğa çıkan Türklerin bin yıllık tarihiyle barışık bir kuşaktır. Onların bir ayakları Doğu’da,bir ayakları Batı’dadır, yüzleri de geleceğe dönüktür.Onlar Anadolu insanının kökleri geçmişte olan gelecekleridir.

Fuzuli, Baki sevildiği gibi, Mehmet Akif de sevilir,Yahya Kemal de sevilir .Sezai Karakoç’un Mevlana ,Yunus ve Mehmet Akif ile ilgili çok sevilen,çok okunan biyografi kitapları vardır.Necip Fazıl, İbrahim Etem’in veYunus’un hayatını oyunlaştırmıştır.

ÖMER SAY:

SİZİN DE M.Z.KOTKU’DAN YOLA ÇIKARAK TASAVVUF’UN AMERİKA’DAN BÜTÜN DÜNYAYA BİR BULAŞICI HASTALIK GİBİ YAYILAN TÜKETİM VE GÖSTERİŞ KÜLTÜRÜNÜ DENETİM ALTINA ALMADAKİ YERİNİ VE ÖNEMİNİ ANLATAN KİTABINIZ VAR. “GÖRÜNMEYEN ÜNİVERSİTE” KİTABINIZ BU DÖNEMDE Mİ YAZILDI?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Cahit Zarifoğlu’nun dizeleriyle söylenirse,Mavera,kurucuları ve başta İsmail Kıllıoğluve Osman Sarı olmak üzere bütün yazarlarıyla, bütün insanlara: ”Beyaz haberlerim var kardeşlerim” diye seslenen bir dergiydi. Bu yüzden, kötümserlik yüklü bulutları, iyimserlik yüklü bulutlara dönüştüren, tasavvuf kültürünün, Mavera kurucularının düşünce ve eylem dünyalarında vazgeçilmez bir yeri vardır. Tasavvuf en genel anlamıyla Allah’ın sevgisini kazanmaktır.Allah sevdiği insanın düşünen aklı, seven gönlü, gören gözü, yazan eli olur.

“Görünmeyen Üniversite” kitabımın kaynağını Planlama’da çalıştığım yıllarda tanıdığım,M.Z.Kotku’nun, dünya değiştirmesi üzerine ,Mavera’nın 49’uncu sayısında yayınlanan yazı oluşturdu. Kitabın olgunlaşmasında, o yıllarda tanıdığım tasavvuf kültürüyle yoğrulmuş, başta Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Muammer Dolmacı , Ruşen Gezici , Mehmet Bilge, Nevzat Kor , Korkut Özal, Yahya Oğuz, Kenan Kul, Sadettin Gökce ,Yusuf Özal, Temel Karamollaoğlu, Emin Acar, Asım Taşer , Cevat Ayhan, Kahraman Emmioğlu başta olmak üzere,genelde mühendislik eğitimi almış,akılları hem başlarında, hem de gönüllerinde olan, güzel insanların çok büyük katkısı oldu.

“Görünmeyen Üniversite” kitabının omurgası olan yazının ortaya çıkmasının çarpıcı bir hikayesi vardır. M. Z. Kotku vefat etmişti. Cahit Zarifoğlu , sen Planlama ve İ.T.Ü.’lü mühendisler çevresini çok yakından tanıyorsun, Mavera’da mutlaka M.Z.Kotku ile ilgili bir yazı çıkmalıdır, bu yazıyı da sen yazarsın demişti. Yazı çıkmazsa dergi de çıkmaz, sorumlusu da sen olursun , sakın geciktirme diye de uyardı. Ben Zarifoğlu’nun zorlamasıyla, oturdum “Görünmeyen Üniversite ya da Hocaefendi” başlıklı dergide çıkan yazıyı yazdım.

“Allah dostu” ve “Peygamber aşığı” , büyük gönül insanları için , Görünmeyen üniversite benzetmasi ve yazı çok sevildi. Uzunca bir yazıydı, Yeni Devir gazetesinde on beş gün boyunca bölüm bölüm yeniden yayınlandı. Yazıda Amerika’dan Hollywood film ve dizileriyle bütün dünyaya ihraç edilen tüketim kültünün, burnuna halka takmanın yol ve yöntemleri anlatılmıştı.

Tasavvuf kültürünün, hiç ele alınmayam boyutları ve akılalmaz zenginliklerinin ele alınması, Zarifoğlu’nu çok mutlu etmiş, çok hoşuna gitmişti: “Eline sağlık işte tasavvuf böyle anlaşılmalı,bütün tasavvuf çevreleri bu yazıdan kendilerine ders çıkarmalı” değerlendirmesini yapmıştı. Zarifoğlu beni büyük bir içtenlikle gönülden kutlamış , bu yazı ileride mutlaka kitaba dönüşmeli demeyi de unutmamıştı.

ÖMER SAY:

TASAVVUF İSLAM DÜNYASINDA “BİR LOKMA BİR HIRKA” İLE YAŞAMAYI ÖZENDİRDİĞİ İÇİN ELEŞTİRİLİR. TÜRKİYE’DEKİ YOKSULLUĞUN KAYNAĞI NEDİR ? İSLAM DÜNYASI NİÇİN YOKSUL? İSLAM DÜNYASI YOKSULLUĞUN ÜSTESİNDEN NASIL GELECEK ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Anadolu insanının kültüründe yoksullar gibi yaşamak bir erdemdir,ancak yoksulluk bir erdem değildir.Doğal kaynak zengini İslam dünyasının yoksulluğun üstesinden gelmesi gerekir .Bu yüzden tasavvufta tüketirken” bir lokma bir hırka” tüketmek ,üretirken de “bin lokma bin hırka” üretmek sürekli özendirilir. Tasavvufta insanlar kendileriyle üretimde doğru, tüketimde ters orantılı bir yarışa girerler.

Dünyanın neresinde olursa olsunlar , insanlar hiç ölmeyecekmiş gibi üretirler , hemen ölecekmiş gibi tüketirlerse , dünyanın hiçbir yerinde yoksulluk çekilmez. Dünyanın kaynakları herkesin karnını doyurmaya yeter. Ancak sayıları çok fazla olmasa da,dünyanın bütün açgözlülerinin gözlerini doyurmaya hiçbir zaman yetmez.

İslam medeniyeti iki dünya medeniyetidir.Hiçbir zaman “ya dünya ya öteki dünya” demez, her zaman “hem dünya hem öteki dünya” der. İslam ana kaynaklarında iyilikte, doğrulukta,güzellikte, dürüstlükte, verimlilikte yarışma sürekli özendirilir. Çünkü iyilikte, doğrulukta,güzellikte, dürüstlükte, verimlilikte,yarışmanın olmadığı toplumlarda hiçbir alanda gelişme olmaz . İslam medeniyetinin temel taşlarının başında, iyilikleri özendirme, kötülükleri önleme gelir.

M.Z.Kotku işleri üreten el olmak olan , veren el olmanın çoşkusunu duyan, iki günü birbirinden farklı kılmasını bilen, mühendisleri çok severdi. Teknik Üniversite’ye ve Mühendislik Fakültelerinin öğrencilerine karşı , Gümüşhanevi Dergahı’nın öncülerinden Abdülaziz Bekkine gibi, çok özel bir sevgi gösterirdi . Erbakan’ı, Özal’ı, Kutan’ı çok severdi. Onlar Türkiye’de toplu iğne bile üretilmeyen bir dönemde, Sultanhamam çevresindeki işadamlarını bir araya getirerek, Gümüş Motor Fabrikasını kurmuşlardı.

M.Z.Kotku sağında Motor Profesörü Erbakan, solunda İktisat Profesörü Sabahattin Zaim olmak üzere, ellili yıllarda Almanya’da Gümüş Motor fabrikasının patent aldığı, Hatz motor fabrikalarını ziyaret etmişlerdi. Bu üçlüyü bir araya getiren resim, çok partili dönemde Türkiye’deki dönüşümün, hem özü hem de özetidir.

Zaim hatıralarından yola çıkarak, Türkiye’de ekonomik,siyasal ve kültürel yeniden yapılanmanın kilometre taşlarını ve yıllarca öğretim üyeliğini yaptığı İstanbul Üniversite’sinin tarihini anlattığı,“Bir Ömrün Hikayesi” kitabında ,M.Z.Kotku ve Erbakan ile yaptıkları fabrika ziyaretini, Türkiye’deki dönüşümün önemli bir simgesi olarak görür.

ÖMER SAY:

M.Z.K. YOKSULLUK SORUNUN ÇÖZÜMÜN POLİTİKACILARDAN DAHA ÇOK MÜHENDİSLERDEN Mİ BEKLİYOR ? TÜRKİYE’DEKİ KÖKLÜ DÖNÜŞÜMLERİN MİLADI ÖZAL MIDIR ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

M.Z.Kotku Özal, Erbakan ve arkadaşları için, çevresinde halkalananlara “ Öncü mühendis mimarlara destek olun, onlar önümüzdeki yıllarda geleceğin Türkiye’sini inşa edececekler” dermiş. Özal Cumhuriyet döneminde gelmiş bir Osmanlı sultanı gibi,Anadolu insanının kültürel dokusu ve ekonomik yapısında köklü değişiklikler yaparak , tüketen Türkiye’yi üreten Türkiye’ye dönüştürdü.

Özallı yıllarda Türkiye kurumlarıyla , kuruluşlarıyla, siyasetçileriyle, aydınlarıyla, girişimcileriyle, bütün dünyaya açıldığı yıllar oldu. Anadolu insanı kendine olan özgüvenini tazeledi, büyük düşünmeyi öğrendi, ürünleri ve hizmetleriyle dünya pazarlarında kendisine sağlam bir yer edindi. Bütün Türkiye,Özal döneminde dünya pazarlarında yeri olmayan ülkelerin, uluslararası sorunlarda sözünün olmayacağını gördü.

Türkiye’de Prens Sabahattin’den beri tartışılan girişimcilik kültürü yeni boyutlar kazandı.Yahya Kemal’in “ordu millet”i,Özal’la “girişimci millet’e dönüştü. Erdem Bayazıt Özal’ı Sultan Abdülhamit’e benzetirdi. Abdülhamit’in “Hicaz Demiryolu” projesi gibi, Özal’ın “Barış Suyu” ve “Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları” projeleri vardı.Türkiye tarihinin iki kilit ismi, birbirin tanıyan toplumların,birbirleriyle çatışmayacaklarını görüyorlardı.

Onlar Türkiye’nin ekonomisini dünya ekonomisiyle bütünleştirmek için çok, önemli adımlar attılar. Özal ticaretin olduğu yerde savaş olmayacağını iyi biliyordu.İran ile Irak savaşırken , savaşın içinde değil, dışında yer alarak, Türkiye’nin iki ülkeyle de, ekonomik ilişkilerini sürdürdü. Çünkü ticarette her zaman “kazandır kazan” stratejisi geçerlidir.Kazandıranlar kazanırlar,kazananlar kazanırlar.

AHMET CİHAN:

AYNI YILLARDA BİR KUŞAK ÜZERİNDE ÇOK ETKİLİ OLMUŞ BİR GÖNÜL İNSANI FETHİ GEMUHLUOĞLU İLE MAVERA DERGİSİ VE YAZARLARI ARASINDA KURULAN DOSTLUKLAR HAKKINDA NELER SÖYLERSİNİZ ? SİZ GEMUHLUOĞLU’NU NASIL TANIDINIZ ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Gemuhluoğlu bütün iç dünyaları zengin Anadolu insanları gibi, gönlü Hacı Bayram’da, Hacı Bektaş’ta, Niyazi Mısri’de ,Eşrefoğlu Rumi’de olan, Cumhuriyet döneminde Anadolu’ya gelmiş bir Horasan Bilgesiydi. Etrafında çok geniş bir dost halkası vardı. Bir akşam Ankara’da Nuri Pakdil’in evinde , bir iki saat içinde yüzlerce dostunu aradı , neler yaptıklarını sordu , neler yapmaları gerektiğini anlattı .Orada bulunanlar , Ankara’da devlet bürokrasinin tamamını, Türkiye’nin de yarısı tanıyor sandılar.

Gemuhluoğlu,İnsanları başarılı kılanın çevreleri olduğunu sürekli vurgulardı. Zaim Hoca gibi, O da sürekli “Mülk zengin değil,dost zengini olmayı” tavsiye ederdi.Gemuhluoğlu Nerede olursa olsun , asla yalnız yemezdi.’ Yerken yalnız yiyenler yüklerini yalnız taşırlar ”derdi. Gönül zenginliğinin , bir keramet işi değil, bir feraget işi olduğunu, feragetin ustası olmayanların,kerametin çırağı olamayacaklarını , her fırsatta tekrarlardı.

Ben Teknik Üniversite’den mezun olduktan sonra, mühendislik biraz bana kuru gelmişti, İşletme İktisadı Enstitüsü’ne devam ettim. Biraz mühendisliği işletme ve ekonomiyle tadlandırdım ve renklendirdim.Erbakan Hoca’nın önersiyle son sınıfta Sanayi Bakanlığı’ndan burs aldım.

Bakanlığa gitmeye hazırlanırken İ.T.Ü.’den Cengiz Malkoç acele etme, Gemuhluoğlu’nun tavsiyesini alalım, ondan sonra karar verirsin demişti.Beraber Gemuhluoğlu’nun işyerine gittik.Gemuhluoğlu bir mıknatıs gibi çevresinde geniş çekim alanı oluşturan dost zengini bir gönül mimarıydı.

AHMET CİHAN:

TÜRKİYE’DE PEK ÇOK AYDIN ÜZERİNDE KALICI İZLER BIRAKAN, NEREDE BİR KÜLTÜR VE SANAT HAREKETİ VARSA, MUTLAKA YANINDA YER ALAN VE DESTEKLEYEN GEMUHLUOĞLU O YILLARDA NEREDE ÇALIŞIYORDU ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Erbakan o yıllarda, Odalar Birliği’nin Genel Sekreteri’ydi, Gemuhluoğlu da Birliğin İstanbul şubesinin müdürüydü. Malkoç ile birlikte Taksim’deki işyerine gittik. Benim de Eskişehirli olduğumu öğrenir öğrenmez, Anadolu’da her şehir bir evliyaya ,bir ermişe emanet edilmiştir, Eskişehir’in koruyucusu Yunus Emre’dir. Sen bir Eskişhirli olarak Yunus Emre’nin bize emanetisin, diye karşıladı.

Yardımcısı Mustafa Seçkin ve Malkoç da Eskişehirliydiler. Seçkin,Diriliş Dergisinde Şiirleri yayınlanmış bir şair, çok iyi İngilizce, Arapça, Farsca bilen bir dil uzmanı, bir gönül insanıdır. Gemuhluoğlu Seçkin’i aldığı kadroya Zarifoğlu’nu almak istemiş, ancak Zarifoğlu gazetedeki işini bırakmadğı için, hizmetli kadrosunda çalışmak Seçkin’e kısmet olmuş. Zarfoğlu,Yaşamak’ta bu konuyu ve Gemuluoğlu’nun Hoca’sını uzun uzun anlatır.

NAZİFE KEFİROĞLU:

“DOSTLUK ÜZERİNE” KİTABIYLA ÇOK SEVİLEN FETHİ GEMUHLUOĞLU SİZE NELER TAVSİYE ETTİ ? ARAPÇA VE İNGİLİZCE UZMANI MUSTAFA SEÇKİN’İ DAHA ÖNCEDEN TANIYOR MUYDUNUZ ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Gemuhluoğlu’nun ilk tavsiyesi:” Nasıl balık gölüne göre büyürse , insan da çevresine göre büyür, çevrede bir şehirde müdür olmaktansa, merkezde bir şehirde uzman olarak çalışmak çok daha iyidir” olmuştu .İ.T.Ü.’deki öğrencilik yıllarından tanıdığım Seçkin de bu tavsiyeye katıldı. Ben de Anadolu’da bir şehirde çalışmaktansa ,Ankara’da çalışmanın,bana daha geniş bir çevre kazandıracağını düşündüm. Gerçekten de Planlama’da çalıştığım yıllarda çok yeni arkadaşlar, çok candan dostlar kazandım . Gemuhluoğlu gibi, çok zengin bir telefon, çok zengin bir adres defterim oldu.

Gemuhluoğlu biri Yılmaz Ergenekon’a ,biri Muammer Dolmacı’ya biri de Nuri Pakdil’e olmak üzere, üç tane tavsiye mektubu yazdı. Mektupların ilk ikisi uzun tanıtıcı metinlerdi. Nuri Pakdil’e ise ,”Nuri Can, Nazif Gürdoğan, Hacı Bayram’dan Erdem Bayazıt’a kadar sizlere emanet” diye bir cümlelik kısa bir mektup yazmıştı. Ben o mektuplarla birlikte Ankara’da Kavaklıdere’de Planlama’nın, Amerika Büyükelçiliği karşısındaki binasına gittim.

Planlama’nın üst düzey yöneticilerinden oluşan bir jürinin olumlu görüşüyle, Enis Öksüz, Ömer Aksu , Mehmet Ünal, Tahsin Erdinç ile birlikte, aynı günlerde, değişik departmanlarda uzman yardımcısı olarak, 68 yılının Ağustos ayının başında Planlama’da çalışmaya başladık. Planlama çalıştımız yıllar, bizler için üniversite sorası bir yüksek lisans eğitimi oldu.

Özal’ın müsteşar olduğu yıllarda , Planlama kamu kesimi için uyulması zorunlu , özel kesim için yol gösterici kararlarıyla , Türkiye’nin ekonomik yapısını ve kültürel dokusunu yeniden yapılandırmıştı.Yapılan çalışmalar , Türkiye’nin siyasal tarihinde, köklü dönüşümünlerin başlangıcı oldu.

AHMET CİHAN:

NURİ PAKDİL’LE İLK DEFA ANKARA’DA PLANLAMA’DA MI KARŞILAŞTINIZ ? DAHA ÖNCEDEN PAKDİL İLE HİÇ GÖRÜŞMÜŞ MÜYDÜNÜZ ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Nuri Pakdil ile defa Ankara’da 1968 yılının Ağustos ayının başında Planlama’da karşılaştım.Tanışmamız o tanışma, aramızda o günden bu güne devam eden,büyük bir sevgi ve saygı bağları oluştu. Arada Gemuhluoğlu gibi , ”Kan kardeşliği değil , yol kardeşliği önemlidir” diyen bir Anadolu bilgesi vardı. Ben mi Pakdil’i bırakmadım, Pakdil mi beni bırakmadı. Doğrusu hala bilmiyorum .Gönül zenginlerinin dünyasında bir kere kayıtlara geçen,bir daha unutulmuyor.

Pakdil’in ilk görüşte insanı çarpan ,çok sıradışı , çok etkileyici , çok sarsıcı bir kişiliği vardır.Gemuhluoğlu gibi , ilk tanıştığı ve sevdiği kimselere şaşırtıcı sorular sormayı sever.Bana da ilk sorusu:”Sayın Gürdoğan roman okur musunuz?”olmuştu.Benim cevabımı beklemeden de :”Biz roman okumayanın düşmanıyız” demişti . Hayatı bütün boyutlarıyla kucaklayan ,insanda toplumu , toplumda insanı gören romana Pakdil büyük önem verir.

Zaman zaman Dostoyevsky’yi birkaç kere okumayana ilkokul diploması bile verilmemesi gerektiğini söylerdi. Şeçkin de İslam dünyasının kültürel ve ekonomik yoksulluğunun, Dostoyevsky gibi büyük romancılar yetştirememesinden kaynaklandığını tespitini yapardı. Anadolu insanının kültüründe romanın çok yeri yok.Bu yüzden ,Yahya kemal “Bizim romanımız şarkılarımızdır” demek ihtiyacını duymuş.Anadolu’da her şarkının , her türkünün arkasında binbir roman vardır.

Pakdil’in ilk işi beni Planlama’da çalışan Rasim Özdenören ile Milli Kütüphane’de çalışan Erdem Bayazıt’la tanıştırmak oldu.Onlar birbirlerini Maraş’taki lise yıllarından beri tanıyorlardı .Bayazıt ile Özdenören Küçükesat’ta aynı evde kalıyorlardı. Özdenören “Ruhun Malzemeleri” kitabında ayrıntılı olarak anlattığı gibi, ruhun romanını yazan Dostoyevsky’yi çok sever ,onun bütün roman kahramanlarının dünyasını birkaç cümleyle çok kapsayıcı bir biçimde özetlerdi.

”Edebiyatın 68 Kuşağı” roman üzerine düşünmeyi , Faulkner , Tolstoy,Hugo , Joyce gibi dünya edebiyatının ünlü romancılarının düşünce ve eylem dünyalarını Pakdil ve Özdenören’den öğrendi.Onlar yerel düşünen ,ancak küresel davrananan yaklaşımlarıyla, Tanpınar’ın “Huzur”u, Peyami Safa’nın “Fatih ve Harbiye”si Anadolu insanının dünyasında yerlerini buldu ve yeni boyutlar kazandı.Ergun Göze bir sohbette Erdem Bayazıt’a “ Niçin bir roman yazma vakfı” kurmuyoruz,roman demek bir toplumun hafızası demektir , yorumunu yapmıştı.

Planlama Özal’lı yıllarda , kültür ve ekonomiyi altın oranda harmanlayan , Sezai Karakoç’un çiziği kavramsal çerçeveyle “Hafif kültürle ağır sanayi olmaz “ diyenlerin bir araya geldiği bir kurumdu.”Bin Temel Eser” seçme ve yayınlama girişimi o yıllarda yapılmıştı. Türkiye’nin yalnızca ekonomik yapısını değil, kültürel dokusunu da dönüştürme yolunda önemli adımlar atıldı.

AHMET CİHAN:

EDEBİYAT VE MAVERA DERGİLERİNNİ TEMELLERİNİN ATILMASINDA PLANLAMA KURUCULARININ TOPLANDIĞI BİR ADRES OLMUŞ. DERGİLERİ ÇIKARMA KARARI NASIL VERİLDİ ? NİÇİN EDEBİYAT DERGİLERİ ÇIKARMA İHTİYACI DUYULDU ?

NAZİF GÜRDOĞAN:

Edebiyat Dergisinin ilk sayısı 69 yılında yayınlandı. Pakdil’in ilk sayısında anlattığı gibi, dergi çıkarma düşüncesi Planlamada oluştu. Pakdil Türkiye’deki edebiyatla estirilen yabancılaşma rüzgarlarının üstesinden, yine edebiyatla estirilen rüzgarlarla gelinebileceğine inanıyordu. Türkiye’deki ekonomik yoksulluğun kültürel yoksulluktan kaynaklandığını, kültürel yoksulluğun üstesinden gelmeden, ekonomik yoksulluğun üstesinden gelinemeyeceğini ,sürekli vurgulardı Pakdil .

Pakdil sohbetlerinde sık sık :”Arkadaşlar gemileri yakalım.”Herkes oyunu edebiyattan yana kullansın.” Her zaman “Arkadaşlar ben oyumu edebiyata veriyorum”derdi. Pakdil dışında Edebiyat dergisinin yazarları Mavera dergisinin de yazarlarıdır. Mavera dergisinin kurucu yazarları,aynı zamanda,Edebiyat dergisinin de, Diriliş dergisin de yazarlarıdır.Onlar edebiyatı hayata , hayatı edebiyata taşımışlardır.

Akif İnan’ın “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” kitabında enine boyuna tartitığı gibi, her iki derginin de yazarları, “Edebiyatı medeniyet için bilen” ve “Edebiyatsız medeniyet,medeniyetsiz edebiyat olmaz”diyen edebiyatçılardı.Bu yüzden Mavera dergisi yayınlanmaya başladığında, bütün bir Anadolu, derginin yanında yer aldı. Türkiye’nin her bölgesinden ,her kentinden Mavera’nın yazarları vardı, okuyucuları vardı, destekçileri vardı.

Bu sevgiyi çok iyi gören,çok iyi değerlendiren,Zarifoğlu,”Bütün Türkiye elinde abone parası,gelin alın diyor, biz gidip almıyoruz.”diye hayıflanırdı. Her fırsatta İnan’ın konferansler vermek için bütün bir Türkiye’yi adım adım dolaşması gerektiğini bıkmadan usanmadan tekrarlardı. İnan’ın öncülüğünü ve kuruculuğunu yaptığı “Eğitim Bir Sen”in temelleri bu dönemde atıldı.

Geleceğin barış dünyasının temelleri bir elinde mesnevi bir elinde mukaddime olanlarla atılır

Aydınlanma döneminden bu yana, dünyanın her ülkesinde kutsal kültürle, seküler kültür arasındaki ilişkiler sorgulanmaktadır. Aydınlanma rüzgarlarının yol açtığı dalgalanmalar karşısında, bütün dünyada kutsal kültür, seküler kültüre bütünüyle teslim olmuştur. Türkiye’nin tek parti yıllarında olduğu gibi, bütün ülkelerde kutsal kültürün değerleri, ekonomik, siyasal ve kültürel yapıdan, bir bir sökülüp atılmıştır. Sosyal bilimlerde normatif değerler unutulmuş, pozitif değerler hiç tartışılmadan kutsanmıştır.

Bilginin hiyerarşisinde ilk sırada yer alan kutsal değerlerin, daha sonra gelen seküler değerleri yönlendirmesi ve sınırlandırması gerekirken, aydınlanma dönemiyle, yönlendirme ve sınırlandırma süreci tersine dönmüştür. Bütün bilimlerin normatif alanları, pozitif alanların işgaline uğramıştır. Her alanda ekonomik ilkeler, etik ilkelerin önüne geçmiştir. Bütün kurumlar, bütün kuruluşlar, iktidar alanlarını genişletmek, daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek için, kutsal değerlere savaş açmayı, hepten yok saymayı, en doğal hak olarak görmüşlerdir.

Okumaya devam et “Geleceğin barış dünyasının temelleri bir elinde mesnevi bir elinde mukaddime olanlarla atılır”

Yirmibirinci yüzyıl barıştan terazi tutan barışı barışla tartan erdemli bilge liderler bekliyor

Dünya orta kuşağında yer alan, İslam dünyası için hem Yirminci, hem Yirmibirinci yüzyıllar, savaş yüzyılları oldu. Avrupa ülkelerinin İslam dünyasının, zengin yeraltı kaynaklarını paylaşma yarışları, Ortadoğu’da büyük göçlere yol açan, ölüm yağdıran, dehşet verici savaşlara dönüştü. Sanayi Devrimi’nden bu yana, Batı dünyası, ulaştığı zenginliği korumak için, Ortadoğu’da, savaş başta olmak üzere her yol ve yönteme başvurdu. Seküler Batı ekonomiyi bir araç olarak değil, bir amaç olarak gördü, ekonominin belirleyiciliğine inandı.

Okumaya devam et “Yirmibirinci yüzyıl barıştan terazi tutan barışı barışla tartan erdemli bilge liderler bekliyor”

Sürekli eğitim yaşarken öğrenmek öğrenirken yaşamaktır

Dünyanın kültürel derinliği ve ekonomik zenginliği, öğretmekte olduğu kadar, öğrenmekte sınır tanımayan üniversitelerle, yeni açılımlar kazanacaktır. Öğrenmesini öğrenmeyi ve öğretmeyi kampüslerin dışına taşıyarak, bütün ülkelerle işbirbirliği yapan üniversiteler, ülkeleriyle birlikte insanlığın, bilgi birikimine katkıda bulunurlar. Onlar bilgiyi zenginleştirirken, kültürleri derinleştirirler ve ülkeleri geliştirirler.

Okumaya devam et “Sürekli eğitim yaşarken öğrenmek öğrenirken yaşamaktır”

Güzellikten terazi tutanlar güzeliği güzellikle tartanlar güzelliği kadir gecesinde bulurlar

Her yıl gelen ramazan ayı bir gecedir o gece altın bir gecedir.

İslam dünyasını seküler dünyadan ayıran, özelliklerin başında Ramazan ayı gelir. Ramazan ayında gökyüzünün kapıları, inananlara sonuna kadar açılır. Oruç tutanlar arasında çatışma değil, yardımlaşma vardır. Japonya’dan Arjantin’e kadar, dünyanın neresinde olursa olsunlar, oruç tutanlar birbirlerini tanırlar. Onlar günde üç öğün yemeği, iki öğüne indirerek, yılda bir ay da olsa, basit ve yalın yaşamanın, evrensel bir örneğini verirler.

Okumaya devam et “Güzellikten terazi tutanlar güzeliği güzellikle tartanlar güzelliği kadir gecesinde bulurlar”

Ekonomide üretime ülkede yönetime yeni açılımları bütüncül düşünen eleştirel bakan aydınlar kazandırırlar

Habil’den ve Kabil’den bu yana, toplumlarda üretim ve yönetim sorunları tartışılıyor. İnsanların nasıl üretecekleri, üretimi nasıl paylaşacakları, nasıl yönetecekleri, yönetime nasıl katılacakları, her dönemin gündeminde önemli yer tutar. Üretim bilimleriyle, yönetim bilimlerindeki gelişmeler, aralarındaki etkileşimler Yirmibirinci yüzyılı dö nüştürmeye devam ediyorlar. Bu yüzden üretimde paylaşım, yönetimde katılım gündemden hiç düşmüyor.

Okumaya devam et “Ekonomide üretime ülkede yönetime yeni açılımları bütüncül düşünen eleştirel bakan aydınlar kazandırırlar”

Bütün savaşlara karşı olmayan dünya savaşlarla yok olmaktan kurtulamaz

Tarihsel süreçte toplumlar bulundukları yerde kalmazlar, konumlarını sürekli değiştirirler. Toplumların yapı değiştirmeleri, olumlu yönde büyümeye dönük olduğu gibi, olumsuz yönde küçülmeye dönük de olur. Tabiattaki doğal olayların, uymak zorunda olduğu doğal yasalar varsa, toplumlarda insanların uymaları gereken toplumsal yasalar vardır. Toplumsal yasalar uzun dönemde, geçerliliklerini hiç aksatmadan korurlar.

Okumaya devam et “Bütün savaşlara karşı olmayan dünya savaşlarla yok olmaktan kurtulamaz”

Yunus gönüllü derviş girişimcilerin pazarında her şeyin doğrusu alınır her şeyin doğrusu satılır

Yirmibirinci yüzyılın başında Türkiye, yerel pazarlardan daha çok küresel pazarlara önem veren ekonomik büyümeyi benimseyerek, dünya ekonomisindeki payını büyütmeye çalışıyor. Anadolu’nun üreten eller olmasını öğrenen, Yunus bakışlı girişimcileri, ürünleriyle birlikte kültürlerini, dünyanın dört köşesine taşıyorlar. Onlar Yunus’un insana sevgi, hayata saygı kazandıran şiirlerinin, okunduğu her yerde, her şeyin en “doğru”suna önem verildiğini bilirler.

Okumaya devam et “Yunus gönüllü derviş girişimcilerin pazarında her şeyin doğrusu alınır her şeyin doğrusu satılır”

Türk ve islam dünyasının ülkeleri olmadan savaşsız barış avrupa’sının geleceği aydınlık olmaz

Üç koldan Avrupa’ya gelen Türklerin ve Müslümanların katkılarıyla, dünyanın üretim ve yönetim kültürü zenginleşir. Asya, Avrupa, Afrika üç kıtanın, Akdeniz, Karadeniz, Hazar üç denizin hem anahtarı, hem kilidi İstanbul olmadan, Yirminci yüzyılın en önemli, en geniş birliğini oluşturan Avrupa Birliği’nin geleceği ve dünya barışı güvence altına alınamaz. Yirmibirinci yüzyılın başında İngiltere’nin ayrıldığı gibi, ortasında İspanya, sonunda Fransa ayrılabilir.

Okumaya devam et “Türk ve islam dünyasının ülkeleri olmadan savaşsız barış avrupa’sının geleceği aydınlık olmaz”