Endonezya’dan İran’a, Suriye’den Mısır’a bütün Müslüman ülkeler, yüzyılların içinde oluşan, kültürel derinliklerini ve ekonomik zenginliklerini yitirdiler. İslam dünyasının kültürel ve ekonomik yoksulluğu, siyasal alanda da etkisini gösteriyor. Müslüman ülkeler, dünyanın en yoksul ve en dayatmacı yönetimleri arasında, ilk sıralarda yer alıyorlar. Demokrasi düşmanı, dayatmacı yönetimlerin elinde, İslam dünyası savaştan savaşa sürükleniyor.
Barış yoksulu Müslüman ülkelerdeki yönetimi ele geçirme yarışmaları, seçim alanlarından, savaş alanlarına taşınmıştır. Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da iktidar savaşları, mezhep savaşlarına dönüşmüştür. Mezhepler arasındaki nefretin doğurduğu nefret, bütün Müslüman ülkelere yayılmıştır. Doğal kaynak zengini ülkeler, hayatın bütün alanlarında üretim yoksulu ülkelere dönüşmüşlerdir.
İslam dünyasının kültürel derinliğiyle birlikte, üretim gücünü yitirmesinin peşinden, büyük bir demokratik yönetim yoksulluğu gelmiştir. Ülkelerin kültürel, ekonomik ve demokratik zenginlikleri, birleşik kaplara benzer, kültürel düzeyleri, iki alandaki düzeylerini belirler. Müslüman ülkelerdeki kültür yoksulluğu, demokrasi ve ekonomi yoksulluğuna yol açmıştır.Yönetimde dayatmacılığın doğurduğu dayatma, hayatın bütün alanlarına, bir bulaşıcı hastalık gibi yayılmıştır.
Kültürde zenginleşme olmadan, ekonomide zenginleşme, ekonomide zenginleşme olmadan, demokraside zenginleşme olmaz. İslam dünyasının demokratik açılımında, ekonomik gelişme, kültürel gelişmeyi izler. Kültür ekonomiye, ekonomi demokrasiye yeni açılımlar kazandırır. Kültür ekonominin, ekonomi demokrasinin temellerini oluşturur. Kültürlerini geliştiremeyen ülkeler, ekonomileriyle birlikte ,demokrasilerini geliştiremezler.
Bütün alanlarıyla edebiyat ve güzel sanatlar, kültürel alanın ana sütunlarıdır. Kültürel hayatta enine boyuna tartışılan konular, erken ya da geç, ekonomik ve siyasal alanda, kendilerine geniş uygulama alanları bulurlar. Kültürün öncüleri, yıllar sonrasını görürler, geleceğin dünyasını bugünün dünyasına taşırlar. Sezai Karakoç’un Türkiye’nin dönüşüm stratejisi olan, “İslamın Dirilişi” kitabında vurguladığı gibi: “Bugün edebiyata giren yarın hayata girer.”
Kültüre odaklanan ülkelerde, dayatmacı yönetimlerden demokratik yönetimlere, devlet odaklı ekonomiden, pazar odaklı ekonomilere geçiş süreci, büyük bir hız ve yoğunluk kazanır. Ekonomik büyümede, doğal kaynaklardan önce, kültürel kaynaklar gelir. Derin kültürleri olmayan toplumların, zengin ekonomileri ve katılımcı demokrasileri olmaz.
Katılımcı adil demokratik yönetimlerin işlevi, zorlaştırmak değil kolaylaştırmaktır, nefret ettirmek değil sevdirmektir, tükettirmek değil ürettirmektir.
Devletlerin güçleri, ürettikleri kaliteli ürünlerden, verdikleri kusursuz hizmetlerden, geliştirdikleri derin bilgilerden kaynaklanır.
Dünyayı açgözlülüğü özendiren, tüketimde yarışan yönetimler değil, tokgözlülüğü özendiren, üretimde yarışan yönetimler dönüştürür.
Tarihin her döneminde barışın koruyucuları,el açan devletlerden daha çok el açılan devletler olmuştur.