Türkiye yüzyılların içinde, Anadolu’da oluşan, kültürel ve ekonomik birikimiyle, hem bir Asya, hem de bir Avrupa ülkesidir. Türkiye’nin bin yıllık tarihinde, Asya’daki bilgi ve bilgelik birikimi kadar, Avrupa’daki düşünce ve eylem birikimi de önemli yer tutar. Türkler tarihlerinde hiçbir zaman ya Asya, ya Avrupa değil, hem Asya hem Avrupa demişlerdir. Türkler Asya’yı kültürün, Avrupa’yı ekonominin kaynağı olarak görmüşlerdir.
Türklerin hamuru, Asya’nın kültüründe yoğrulmuş, Avrupa’nın ekonomisinde fırınlanmıştır. Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyacından daha çok, Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye’siz Avrupa, Avrupa’sız Türkiye olmaz. Dünyanın her yanında, ekonomik ve kültürel ilişkiler, karşılıklı alışverişlerle süreklilik kazanır. Ülkeler arasındaki işbirliğinde, kazançları paylaşmadan, sürdürülebilir dostluklar kurulamaz.
Ülkeler, kurumlar ve kuruluşlar arasındaki kazançlar, ister kültürel, isterse ekonomik olsun, çift yönlüdür. Yalnızca bir tarafın kazançlı olduğu yerler, barış alanları olan pazarlar değil, savaş alanları olan cephelerdir. Türkiye Asya ve Avrupa’da, cephelerde yürütülen savaşları, pazarlara taşımada, bütün dünyaya öncülük yapmalıdır. Artık bütün dünyanın karşı karşıya oldukları, uluslararası sorunlara, savaş alanlarında kalıcı, çözümler bulmak mümkün değildir.
Türkiye’ye Avrupa ile birlikte, bütün kıtaların kapıları, Osmanlı döneminde gerçekleştirilen “Premodern” yönetimle, Avrupa’nın Yirminci yüzyılda kavuştuğu “Postmodern” yönetimi buluşturan siyasal yapısı, kültürel dokusu ve ekonomik örgüsü açacaktır. Türkiye’nin başarısı, bütün İslam dünyası- nın başarısı olacaktır. Türkiye dünyanın uluslararası kurum ve kuruluşlarında, ne kadar onların temel haklarını savunursa, o kadar dünyada güç ve saygınlık kazanacaktır.
Yirmi birinci yüzyılda Batı’da kör olan kurum ve kuruluşlar, Doğu’da da kör olmasalar, Türklerin “Premodern” yönetimleriyle, Avrupalıların “Postmodern” yönetimlerinin pek çok alanda örtüştüklerini ve ortak bir tabana sahip olduklarını göreceklerdir. Artık İslam dünyası Avrupa ülkelerinin, yanı başlarında yer aldıkları gibi, içlerinde de yer almaktadırlar. Fransa, Almanya ve İngiltere’de yaşayan, birçok Avrupa Ülkesinden daha büyük bir Müslüman nüfus vardır.
Devletlerin öldüğü, medeniyetlerin ölmediği dünyada, ekonomik ve kültürel güç, Batı’dan Doğu’ya kaymaktadır. Artık dünyada Doğu ve Batı ülkeleri değil, Doğu’nun kutsal kül- türüyle, Batı’nın seküler kültürü çatışmaktadır. Yeni çatışma ekseninde, bir tarafta kutsal kitaplara dayanan kültür, diğer tarafa da mitolojiye dayanan kültür vardır. Seküler kültürün kutsal kültür tarafından içselleştirilmesi için, dünya kültüründe İbrahimi boyutun öne çıkarılması gerekir.
Dünyada bütün insanlığın atası Adem ile başlayan, kut- sal kültürün en son temsilcisi Müslümanlardır. İslam İbrahimi dinlerin, en sonda geleni olmakla birlikte, aynı zamanda en başta olanıdır.
Müslümanlık, Hristiyanlık ve Museviliği bir bütünlük içinde ele alır. Üniversite eğitiminin lise öğretimini doğal olarak içerdiği gibi, İslam da diğer iki İbrahimi dini doğal olarak içerir.
Dünyanın yeni bir açılım yapabilmesi, politeist Yunan ve Roma’dan daha çok, monoteist İbrahimi dinlerin küresel etik ve hukuk değerlerine ihtiyacı vardır.