Dünyadaki bütün yoksullukların üstesinden tüketmesini değil üretmesini bi̇lenler gelirler

Kültürün de, ekonominin de odak noktasında insan yer alır. İnsanın iç dünyasının derinliklerine inmeden, davranışları yönlendiren, ihtiyaçları ve istekleri kavramadan, ekonominin yasaları anlaşılmaz. Kültürle ekonomi birbirini etkiler, ekonominin yolu kültürle açılır. Hayatın değişik alanlarında, insanları ilgilendiren her eylem hem kültürel, hem ekonomik boyutlar taşır.

Dünyanın yaşanır kılınmasında, iki alandan birini seçme değil, her ikisine yeni zenginlikler kazandırma, her dönemde önemli işlevler yüklenir. Uzak Doğu’daki “Ying” ve “Yang”, Mevlana’daki “İyilik” ve “Kötülük” dairesi gibi, kültürle ekonomi, kapalı bir yapı oluşturur. Her kültürel açılımın bir ekonomik, her ekonomik atılımın bir kültürel boyutu olur. Doğu’suyla, Batı’sıyla dünya iki alan arasındaki, iletişimin ve etkileşimin yoğunluk kazanmasıyla zenginleşir.

Ekonominin yasaları kültürün değerleriyle işlerlik kazanırlar. Ekonomi her zaman kültürün izinden gider. Ekonomik ve kültürel hayatın, yalnızca birine önem verenler, köklü dönüşümlerin yolunu açamazlar. Kültür ve ekonomi dairesi içinde, üretime ve yönetime gereken önemi verenler, üretim güçlerine yeni zenginlikler kazandırırlar. Onlar iki alan arasında sağladıkları uyumla, dengeyle saatli bombaya benzeyen dünyanın, en güçlü güvenceleri olurlar.

Ülkelerin iki dünyadaki güçleri, yüksek katma değerli ürünler üreten, küresel kuruluşlarından kaynaklanır.Dünyada vermeden almaya, üretmeden tüketmeye kalkanlarla, üretim güçsüzlüğünün üstesinden gelinmez. Dünyanın her yerinde, üretmeden tüketenler, hayatı yoksullaştırarak, her alanda büyük yıkımlara yol açarlar. Kültürel ve ekonomik alanda güçlenmenin yolunu, dünyadan aldıklarına katma değer kazandırarak, geri veren kuruluşlar açarlar.

Ülkelerde doğal kaynaklara, katma değer kazandıranlar, gelen günlerini geçen günlerinden daha değerli kılanlar, kendileriyle birlikte yalnızca ülkelerinde değil, bütün dünyada köklü dönüşümlere öncülük yaparlar. Onlar nehirlerin akışında, gizlenen enerjiyi açığa çıkarırlar, insanların gönüllerinde uyuyan aslanları uyandırırlar. Onların ellerinde dağ vadilerinden denizlere akan nehirler, barajlarla enerji üreten bitmez tükenmez hazinelere dönüşürler.

Yaşanılan ve yaşanılacak hayatı, birbirleriyle üretimde yarışanlar güzelleştirirler. Ülkelerde aldıklarından daha fazlasını vermeyenler, insanları üretmeden önce tüketmeye özendirirler. Hayatın her alanında üretenler, tüketimden özveride bulunurlar. Bunun için her zaman üretim zor, tüketim kolay olur. Üretimi yönlendirme yanında, tüketimi sınırlandırma her dönemde, çalkantılara yol açar. Bu yüzden ülkelerde kimseye. ortak zenginlikleri sorumsuzca tüketme hakkı tanınmaz.

Hayatın anlamını bilenler, kendilerine verilen zamanı tüketerek değil, üreterek değerlendirirler. Dünyada üretmeden tüketenlere, hiçbir doğal kaynak yetmez.

Hayat tüketenlerle değil, üretenlerle değer kazanır. Toplumların üretim güçsüzlüğünün üstesinden üretmesini bilenler gelirler.

Hayatta kültürün yorulma bilmez üreticileri olmayanlar, ekonominin doyma bilmez açgözlü tüketicileri olurlar.