Dünyanın bütün şehirlerinde Eskişehir’in eşsiz hazinelerinin başında yer alan Yunus’un bayrağını dalgalandırmak

Bin yıllık tarih içinde, Türklerin rüzgarı Asya’dan Avrupa’ya doğru esmiştir. Eskişehir yöresinde kurulan, kısa zamanda Bursa’yı, kendisine başşehir yapan Osmanlıların tarihi, Türk yüzyıllarının en parlak dönemidir. O dönemde Anadolu insanı, Çanakkale ve İstanbul boğazlarından, Balkanlara açılmıştır. Türkler Avrupa topraklarında nereye gitmişlerse, gittikleri yere yerleşmişler ve kültürlerini taşımışlardır.

Türklerin Anadolu’dan Balkanlara yürüyüşünde, Eskişehir’in kültür hazinelerinin vazgeçilmez bir yeri vardır. Eskişehir’in kültür hazinelerinin başında Yunus Emre, Seyit Gazi ve Nasrettin Hoca gelir. Onlar Anadolu insanının Avrupa’ya açılmasında, yanlarında taşıdıkları vatanları olmuştur. Türkler Asya’dan Avrupa’ya, Yunus’un şiirlerini okuyarak, Seyit Gazi’nin kahramanlıklarını dinleyerek, Nasrettin Hoca’nın fıkralarından ders alarak gitmişlerdir.

Anadolu insanı bin yıllık tarihinin Osmanlı döneminde, Viyana’ya Süleyman Çelebi’yi okuyarak gitmiştir, Cumhuriyet döneminde Brüksel’e Sezai Karakoç’u okuyarak gidecektir. Türkler tarihlerinin her döneminde, Yunus Emre gönüllü, Seyit Gazi görünümlü ve Nasrettin Hoca gülüşlü olmuşlardır. Bunun için Semerkant’tan, Saraybosna’ya kadar Eskişehir gibi, her şehirin, bir Yunus Emre’si, bir Seyit Gazi’si ve bir Nasrettin Hoca’sı vardır.

Türkiye’nin Brüksel’de kendisine bir yer açmasıyla, Anadolu insanının Osmanlılar döneminde Viyana’da duran, Cumhuriyet döneminde insan kaynakları göçüyle, yeniden başlayan bin yıllık yürüyüşü, yapısal bir dönüşüm geçirerek devam edecektir. Brüksel’de yer alan Türkiye’ye, yalnızca Belçika’nın değil, bütün Avrupa ülkelerinin başşehirlerinin kapıları sonuna kadar açılacaktır.

Avrupa’da yaşayan her yedi kişiden biri Müslümandır. Anadolu’nun her yedi kişisinden biri, Avrupa’da yaşamaktadır.
Brüksel ekonomik büyüklükte, dünyanın ilk yirmisinde yer alan Türkiye’ye, her alanda yeni atılımlar yapmak için, yeni fırsatlar sunmaktadır. Türkiye’deki bütün kurumlar ve kuruluşlar, Kopenhag ve Maastricht kriterleri ışığında, yeniden yapılanarak, ürettikleri ürünlerle ve hizmetlerle, Avrupa’nın pazarlarıyla birlikte, dünya pazarlarında kendilerine geniş yer açacaklardır.

Brüksel’de yeri olmayan ülkelerin, uluslararası ilişkilerde söyleyecek sözleri olmaz. Brüksel’de ister yer alsın, isterse yer almasın ülkelerin güçleri, kuruluşlarının yerli bilgiler, yerli ürünler, yerli hizmetler üretmekten daha çok, dünya bilgileri, dünya ürünleri, dünya hizmetleri üretmelerinden kaynaklanır.

İstanbul’dan başlayan, İtalya’nın Kuzeyinden Fransa’nın Güneyine kadar uzanan eksen, ürünleriyle, hizmetleriyle, bilgileriyle, küyerelleşen kuruluşların coğrafyasıdır. Onların dünyası, kavga dünyası değil, sevgi dünyasıdır, kapılarını bütün insanlara açmışlardır.

Dünyanın geleceğini, hem yerel hem küresel ürünler üreten, küyerel kuruluşlar belirleyecektir.

Küyerel kuruluşlar, Mevlana’nın pergeline bezerler, bütün şehirlere ulaşmasını bilirler.

Sürekli yenilenen küyerel kuruluşlardan, herkes yararlanır, kimse usanmaz.