Dünyanın bütün ülkelerinde yeni paradigmanın doğum sancıları yaşanıyor

Doksanlı yılların başında uç veren dönüşümlerle, ekonomideki ve politikadaki Sağ ve Sol paradigmalar, tedavülden kaldırılmış paralar gibi, geçerliliklerini bütünüyle yitirmişlerdir. Sağ ve Sol paradigmaların dışında, birbirinden bağımsız devletleri, birbirine bağımlı devletlere dönüştüren yeni yapılanma, gelip geçici bir ekonomik ve siyasal akım değildir. Dünyada yaşananlar geri döndürülmesi mümkün olmayan, bütün dünya dengelerini altüst edecek, yeni bir paradigmanın oluşum sürecidir.

Sağ ve Sol paradigmalar, birbirinden bağımsız devletleri, siyasal sınırlarını genişletmek için, silahlanmaya ve savaş ekonomisine büyük yatırım yapmaya zorlamıştır. Söz konusu paradigmalarla, devletler arasındaki sınır savaşları, büyük bir hız ve yoğunluk kazanmıştır. İki dünya savaşının öncesinde ve sonrasında yapılan savaşlarla, Avrupa’da yakılmadık, yıkılmadık şehir kalmamıştır. Devletlerin doğal kaynaklarıyla birlikte, insan kaynaklarının da yitirilmesiyle, barışın zarar vermediğini, savaşın yarar getirmediğini, bütün ülkeler görmüştür.

Sağ ve Sol paradigmalar savaşa dayanan, savaşlardan beslenen, savaş paradigmalarıdır. Onlar savaşı ekonomik gelişmenin ve siyasal başarının, ana kaynağı olarak görüyorlar. Onlara göre savaşlarda kazananların kazancı, kaybedenlerin kaybından her zaman daha önemlidir ve daha büyüktür. Bu bağlamda Sağ ve Sol paradigma arasında hiçbir fark yoktur. Sol “savaş kazandırır” derken, Sağ “savaş kaybettirmez” der. Her ikisi de barışa değil, savaşa önem verir, barışı değil, savaşı kutsar. Oysa savaşlar dünyaya, yarardan daha çok zarar getirmiştir.

Savaşların yol açtığı yıkımlara ve büyük göç dalgalarına şahit olan, Yirmi birinci yüzyılın yeni paradigması, “savaş odaklı” olmaktan, “barış odaklı” olmaya geçmek zorundadır. Artık Sağın ya da Solun içinde olmak değil, onların önünde olmak, onların üstünde olmak önemlidir. Bütün ülkelerin ekonomik açıdan, birbirine bağımlı hale geldiği bir dünyada, bir ülkedeki iç savaş, Ortadoğu’da olduğu gibi, bütün ülkeleri etkileyen, ülkelerarası yıkıcı bir savaşa dönüşür.

Kendisiyle savaşan ülke, farkında olmadan bütün dünyayla savaşır.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, dünyada Sol paradigma gibi, Sağ paradigma da tarihe gömülmüştür. İkisi de arkasında büyük toplu mezarlıklar bırakmıştır. Eşitlikten yola çıkan Sol paradigma, dehşet verici bir baskı ve şiddet düzenine dönüşmüş ve yıkılmıştır. Özgürlükten yola çıkan Sağ paradigma, Batı dışındaki dünyada dayanılmaz bir yoksulluğa, benzeri görülmemiş bir soyguna yol açmıştır.

Her iki paradigmanın başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, birbiriyle iletişim ve etkileşim içinde olan dünyaya, söyleyecek sözü, önerilecek çözümü kalmamıştır. Sağ ve Sol paradigmaların hem “Homo economicus”u, hem de “Homo sovyeticus”u, insanlığa barış getirmede, büyük bir başarısızlığa uğramıştır. Başarısızlıklarından hiç ders almayan, Sağ ve Sol paradigma dünyalarının mimarları elele vererek, bütün Ortadoğu’yu, büyük bir yangın yerine çevirmişlerdir. Dünya bir ateş topuna dönüşmüştür.

Petrol denizinin üzerinde yüzen Ortadoğu, Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra, yoksulluk denizinde yüzmeye başlamıştır. Asya ve Afrika hazine sandığı üzerinde oturan, dilenci konumuna düşmüştür.

Yeni paradigmaya taraftar ya da karşı olmak, dönüşüm sürecini tersine çevirmeye yetmez. Süreç On bir Eylül’le ve Irak’ın işgaliyle aksasa da, hızını hiç kesmeden devam etmektedir.

İnsanlığın yitirdiği Cennet Ortadoğu’da bulunacaktır. Ortadoğu “yoksul olduğu için yoksul” değildir, Batı’nın işgali altında olduğu için yoksuldur.

Dünyanın bütün ülkeleri atalarının yitirdikleri Cennetin sürgünleridir.Yitirilen Cennet savaşla değil, barışla silahlanarak aranacaktır.