Kim ne derse desin, dünya düşüncesinin ana kaynağını, düşünceyi eyleme, eylemi de düşünceye çevirmenin şiiri olan, kutsal kitaplar oluşturur. Platon’dan Mevlana’ya, İbn Rüşd’den Hegel’e, Kierkegaard’dan Sezai Karakoç’a kadar bütün aydınlar, insanlığın atası Adem ile başlayan kutsal geleneğin, değişik alanlardaki yorumcularıdır. Bu bağlamda, insanlık tarihi, aydınların tarihidir. Her yüzyılın aydınları vardır.
Dünyadaki savaşlar, kültürel kirlenmenin hız kazanması, ölümün anlamını yitirmesi, ileri boyutlara ulaşan çevre sorunları, bütün dünya aydınlarını seslerini yükseltmeye zorlamaktadır. Ergun Göze’nin Michel Winock’tan çevirdiği, “Aydınlar Yüzyılı” yönetimleri savunanlarla, enine boyuna eleştiren yüzyılın aydınlarını anlatıyor. Aydınların kişilikleri, düşmanlıkları ve kavgaları yüzyıllık bir süreç içinde ele alınarak, ayrıntılı bir biçimde inceleniyor.
Kitapta özelde Fransa’nın, genelde Batı düşünce hayatının bir yüzyılı, Barres’li, Gide’li ve Sartre’lı yıllar adı altında üç dönemde ele alınmaktadır. İki dünya savaşı, Cezayir bağımsızlık savaşı, Faşizmin, Nazizm’in ve Komünizm’in yükselişi ve yıkılışını gören yüzyıla, aydınların gözüyle bakılıyor. Bütün ülkelerde aydınların dünyası, soyut düşüncelerden daha çok somut, tartışmalı, kavgalı, gürültülü, kanlı ve canlı bir dünyadır.
Dünyanın her ülkesinde, aydınlar iki kesime ayrılırlar. Bir yanda yönetimin savunuculuğu ve sözcülüğünü yapan organik bağımlı aydınlar, diğer yanda da eleştiriyi, kendilerine değişmez görev bilen inorganik bağımsız aydınlar. Aydınlar sorgulayıcı bir bakışla güzellikleri büyütmeyi, çirkinlikleri önlemeyi kendine görev edinmezlerse, işlevini büyük ölçüde yitirirler. Aydınlar sorgulayıcı aydın olmak için, kolay olanı değil, zor olanı seçmek zorundadırlar.
Julien Bende “Aydınların İhaneti” isimli kitabında, siyasi partilerle bütünleşmiş aydınların, aralarında yer aldıkları kesimlere göre, anavatanlarını nasıl belirlediklerini anlatır. Kimi aydınların anavatanı Rusya iken, kimininki de Amerika’dır. Soğuk Savaş döneminde, aydınların partileri yoktur, partilerin aydınları vardır. Bu yüzden Romain Ronald aydınlara: “Bir idealist asla siyasete girmemelidir. Girerse daima yanıltılmış ve kurban edilmiş olacaktır” uyarısında bulunur.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, aydınlar dünyasında Sağ ve Sol çatışmaları, anlamını ve önemini yitirmiştir. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de aydın olmak, solun tekelinden çıkmıştır. Artık aydın olmak, Sağ’da ya da Sol’da olmak değil, önde olmaktır, insanın anlam arayışına ve dünya barışına, katkıda bulunan olmaktır. Seküler kültürünün çöktüğü bir yüzyılda, aydınlar bir insanı öldürmenin, bütün insanlığı öldürmek olduğunu, bütün dünyaya anlatmak zorundadırlar.
Barış arayışı içinde olanlar için, Göze’nin Pablo Neruda, Arthur Koestler, Martin Heidegger, Andre Malraux, Eugene Ionesco, Roger Garaudy, Raymond Aron, Ahmet Ben Bella, Vincent Monteil ve W. Montgomery Watt’la yaptığı, ya da çevirdiği konuşmalar, büyük önem taşımaktadır. Savaş dünyasını barış dünyasına dönüştürecek olanların başında, bütün dünyayı vatanı olarak gören, küresel sorumluluk taşıyan aydınlar gelmektedir.
Ödün verilmeyen dürüstlük, küresel etik sorumluluk, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, sınırları aşmasını bilen, bütün aydınların en büyük güç kaynağıdır.
Dünya vatandaşı olan, aydınların vatanı olmaz. Onların baş- ta gelen görevleri, haksızlıklara karşı seslerini yükseltmektir.
Aydınlar toplumlara karşı güç kullanmazlar, toplumları düşünce ve eylemleriyle güçlü kılarlar.