Kutsal ve seküler değerler arasındaki dil uyuşmazlığı, bütün ülkelerin kültürel dokularında olduğu kadar, ekonomik yapılarında onulmaz derin yaralar açıyor. Büyük çalkantıların yaşandığı Yirminci yüzyılda, değerlerine yabancılaşan toplumlar, başta Türk ve İslam dünyası olmak üzere, bütün kesimleriyle ürün, hizmet ve bilgi üretim güçlerini yitirmişlerdir.
Ülkelerde dil ayrılığını gidermede en büyük görev, edebiyat ve sanata düşmektedir. Bir kültürünün, bir toplumun yeniden yapılanmasında, Sezai Karakoç edebiyat ve sanatın payını, “ruhun vücuttaki payı”na benzetir. Nasıl vücut ruhsuz diriliğini koruyamazsa, edebiyatsız bir toplum da canlılığını koruyamaz.
Sanatsız ve edebiyatsız toplumlar, çorak topraklar gibi, hiçbir alanda, verimli ve doğurgan olamazlar. Bütün dünyada, sanatların ve edebiyatların doruklarına, hayatın içinden bakışları, düşünceleri, davranışları ve değerleriyle, insanlar arasında sevgi ve dostluk köprüleri kurmanın, yorulma bilmez ustaları ulaşırlar.
Edebiyatcılar meyvalarda ağaçları gören eserleriyle, insanların iç dünyalarında kopan fırtınaları, toplumları dalgalandıran bahar rüzgarlarına dönüştürürler. Toplumların ortak bilincinin yansıtıcıları olarak, onların bir elleri yönetenlerde, bir elleri yönetilenlerdedir. Düşünceler ve duygular arasında kurdukları uyumla,dengeyle ve düzenle edebiyatçılar, eserlerine hem derinlik, hem de zenginlik kazandırırlar.
Düşüncesiz eserler sığ, esersiz düşünceler etkisz olur.
Gerçeği aramada olduğu kadar, gerçeğe giden yolları açmada, edebiyatçıların, bütün toplumlarda vazgeçilmez önemleri ve işlevleri vardır. İyilikleri özendirme ve kötülükleri önlemede, gerçek edebiyatçılar, Necip Fazıl gibi: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış” diyebilenlerdir.
Edebiyatçının görevi, insanları görünen dünyadan görünmeyen dünyaya çekmektir. Ve “İnsan her şeyi ister, ancak her istediğiniz yapamaz” diyen Schopenhauer gibi, insanlara güçlerinin üstünde güç olduğunu hatırlatmaktır. Edebiyatçılar insanlara güçsüzlüklerini anlatarak, nasıl güçlü olacaklarını gösterirler.
Edebiyatçılar insanın Allah karşısındaki konumunu, ne kadar güzel anlatırlarsa, metafizik dünyanın ışığını fizik dünyaya taşımada, o kadar başarılı olurlar.
Edebiyatçılar Yunus gibi, “Ballar balını” ve “Canlar canını” bulmadan, var olamazlar, kalıcı eserler veremezler.
Allah’ın kendileriyle birlikte olduğuna inananlar, hiçbir zaman, hiçbir yerde, ümitsizliğe kapılmazlar.
Allah’ın sevdiğinin yolunu kimse kapatamaz. Allah’ın sevmediğinin yolunu kimse açamaz.
Allah sevgisini kazananların düşünen aklı, seven gönlü, gören gözü, yazan kalemi olur.
Dünyanın güzel edebiyatçıları, Allah’ın sevgisini kazanan güzel insanlardır.