Kıyamet’in provası olan depremler hayatı ölümle ölümü hayatla bütünleştirirler

Ölümden sonra dirilişi yok sayan, ölüm karşısında susan seküler kültür, ölümü hayatın dışına atmak için, elinden geleni arkasına bırakmıyor. Seküler kültürle yoğurulan yaşama düzeninde, ölümler aile ortamından hastane ortamına taşınıyor. İnsanların ölüm yokmuş gibi yaşamaları için, mezarlıklar yerleşim alanlarının dışında, kimsenin görmediği alanlara taşınarak gözden uzaklaştırılıyorlar.

Kültürden, ekonomiden, hayattan ölümün izlerinin silinmeye çalışılması, insana emanet edilen hayatı anlamsızlaştırıyor, yaşanırlığını da zorlaştırıyor. Oysa ölüm hayatın, hayat ölümün birbirinden ayrılmaz, iki değişik yüzünü oluşturur. Ölüm hayatın değişmeyen gerçeğidir.Ölüm güzelleştirilmeden, hayat güzelleştirilmez. Nerede, ne zaman, nasıl geleceği bilinmeyen ölümün, her yerde, her zaman beklenmesi, hayata anlam, ölüme doğallık kazandırır.

Depremlerle, savaşlarla gelen ölümler bütün ülkelerde ölümün, hayatın ikiz kardeşi olduğunu gösterirler. Bir anda yerde bir olan şehirler, enkaz altından günler sonra sağ olarak kurtarılanlar, depremle, savaşla ellerindeki zenginlikleri yitirenler, dünyanın dikkatlerini üzerlerine çekerler. Savaşlar gibi doğal yıkımlar, bütün insanlara hayatla ölüm, arasındaki yolun ne kadar kısa, gün ve gün yaklaşılan, kaçınılmaz ölümün, ne kadar yakın olduğunu gösterirler.

Depremler ve savaşlar etkilerini gösterdikleri ülkelerle birlikte, bütün dünyada derin acılara yol açarlar.Depremlerde, savaşlarda ölenler yaşayanlara, ölümün çok uzaklarda olmadığını hatırlatırlar. Bir insanın kurtarılmasının, bütün insanlığın kurtarılması gibi olduğunun bilincine, savaşlarla birlikte depremlerde varılır. Dünyanın neresinde bir deprem, neresinde bir savaş olursa, bütün ülkelerin yardım kuruluşları, bir insanı kurtarmak için birbirleriyle yarışırlar.

Depremlerde can kayıplarına karşı gösterilen duyarlılık, savaşlarda yaşlı, kadın, çocuk ölümlerine karşı gösterilir. Düzenli orduların savaşlarının yerine, düzensiz şidet eylemlerinin geçtiği bir dünyada, bir insanın hayatının kurtarılması, bütün insanlığın geleceği için, paha biçilmez değer taşır. Bu yüzden ölümlerden acı duyan aydınlar, deprem enkazından can kurtarır gibi, kan gölleri oluşturan savaşlardan, insanları kurtarmak için bütün güçleriyle çalışıyorlar.

Dünyada her gün savaşlarda, depremlerde, trafik kazalarında binlerce insan hayatını yitiriyor. İnsan hayatının ne kadar önemli olduğunu, yerini hiçbir varlığın dolduramayacağını, anlamak ve anlatmak için, bütün insanlık seküler kültürün değerlerinden önce, kutsal kültürün değerlerine önem veriyor. Ölümü hayatın dışına atan seküler kültür, ölümün yeni bir hayata, doğuş olduğunu unuttuğu için, ömrünü insanları yaşatarak değil, öldürerek uzatmaya çalışıyor.

Hayatı anlamlı kılmayanlar, ölüme anlam kazandıramazlar.

Ölümden uzaklaşan kültürler, hayattan uzaklaşırlar.

Ölümü yok saymak, hayatı yok saymaktır.