Dünyadaki ülkeler Batılıların, seküler kültürlerine böylesine özenmezlerse, tüketim ekonomisi böylesine büyümez ve savurganlık böylesine artmaz. Atıkların ve artıkların olmadığı bir tüketim yapısında, doğal hayatta olduğu gibi, hiçbir alanda savurganlık olmaz. Ancak dünyada tüketim artmazsa, Batıların zenginliği çoğalmaz. Bu yüzden Doğu ülkelerinin, Batı ülkelerine özenmeleri, tutumlarını ve davranışlarını benimsemeleri, Batı dünyasının zenginliğinin devam etmesinde, çok önemli bir işlev yükleniyor. Bunun için bütün ülkelerde insanlar, Batılılar gibi yemeye, Batılılar gibi giyinmeye ve Batılılar gibi yaşamaya adeta zorlanıyor.
Dünyada Batılı ülkelerin zenginliğinin artması, her şeyden önce Doğu ülkelerinin tüketim harcamalarının artmasına bağlıdır. Çünkü tüketimin artması, mutluluğun artmasından önce, Batılıların üretiminin artması demektir. Bunun için insanlar, Batı biliminin ve teknolojisinin getirdiği, her türlü yeniliğe açık olmaya ve benimsemeye şartlandırılıyorlar. Ancak artık dünyanın önemli bir kesimi, Batı’nın gösterişe ve tüketime dayalı hayat tarzına karşı çıkıyor. Onlar Batılıların yaşama biçimlerini benimsemiyor, ileri boyutlara ulaşan savurganlıklarına ve gösteriş harcamalarına direniyorlar ve bütün güçleriyle karşı çıkıyorlar.
Seküler kültüre dayanmayanlar bilime ve teknolojiye, her alanda tek yol gösterici gözüyle bakmıyorlar. Onlar tüketimin çoğalmasına, dolayısıyla harcama gücünün artmasına, mutluluğun artması olarak bakmıyorlar. Onların dünyalarında tüketimi artırıcı, dayanıksız tüketim ürünlerine yer verilmez. Gereksiz tüketimin ve yapay ihtiyaçların önü, kutsal değerlerle kesilir, mutluluk hiçbir zaman daha çok tüketmede aranmaz. İnanan insanlar yılda en azından, bir ay yemekten içmekten kesilirler. Ayrıca günde beş defa tüketimden sıyrılarak, ölümden sonra yaşanacak hayatla bağ kurarlar.
Harcamayı erdem kabul etmeyen insanlar, başkalarının gelirine değil, kendi gelirlerine bakarak, kirlerinden arıtmanın yollarını ararlar. Kutsal kültürden beslenenler, Allah dışında her şeyin gelip geçici olduğuna, her türlü iyiliğin ve kötülüğün hesabının görüleceği yargılanma gününe inanırlar. Ve ömürlerinde bir kere de olsa, en az dört gün iki parçalı bir örtüye sarınarak, her türlü ırk, renk, sosyal statü, zenginlik farkı gözetmeden, yaşanılacak dünyadaki hesap gününü, Hac’ta yaşanan dünyaya taşırlar.
Batı dünyasının bütün dünyaya ihraç etmeye çalıştığı, seküler kültüre karşı kutsal kültürü savunan insanlar, hayatın bütün alanlarında kıran kırana acımasızca işleyen tüketim çarkına çomak sokuyorlar. Böylece Batılıların savurganlığa ve soyguna dayanan zenginliklerini, değer ve sınır tanımaz bir biçimde artırmalarına engel oluyorlar. Onların zenginlikleri kültürlerini kuşatarak baskı altına almaz, tam tersine İslamın ana ilkelerinden damıtılmış, her dönemde canlılığını koruyan diri kültürleri, zenginliklerini bütünüyle kuşatır ve her yönüyle denetim altına alır.
Dünyanın neresinde olursa olsun bütün ülkelerde, Batılıların öncülüklerini yaptıkları seküler hayat tarzına, her alanda karşı koyan tek güç, hiçbir ayrım gözetmeden, bütün Peygamberleri kucaklayan İslam kültürüdür. Bunun için seküler Batılılar, kültürde ve ekonomide, anlamsız ve değersiz değişmeye engel güç olarak, Hristiyanları ve Yahudileri İbrahim Peygamberde buluşmaya davet eden Müslümanları görürler. Bu yüzden seküler dünya, kutsal kültürü toplumların afyonu olarak görüyorlar. Ve kendileri gibi yaşamayan toplumları, değersizleştirmek için bütün bilimlerden yararlanıyorlar.
Dünyada giderek hızlanan kültür savaşları, Batılıların eriştikleri tüketim düzeylerini korumak için, ellerindeki tek silaha dönüşüyor. Dünyanın her yanında seküler Batılılar, Doğulu ülkelere, tüketim toplumu olmanın üstünlüklerini anlatma peşindeler. Bunun için dünyanın, sağlıklı bir ekonomik ve kültürel yapıya kavuşması, öncelikle tüketim ve savurganlık kültürünün, yol açtığı kaynak ve değer kayıplarının, ayrıntılı olarak araştırılmasına bağlıdır. Bütün dünya Savurganlığın Sosyolojisini, Ekonomisini, Psikolojisi ve Tarihini ele alacak, sağduyu sahibi bilim insanlarını bekliyor.