Tarihin hiçbir döneminde doğru yolda olanların kayboldukları görülmemiştir

İnsanların atalarının yitirdiği Cenneti bulabilmesi için, dünyada bir yolcu gibi yaşamasını öğrenmeleri gerekir. Hayatı yaşanır kılmanın sırları, yolcuların gizemli dünyasının derinliklerinde gizlidir. Yolcuların zengin dünyalarının derinliklerine dalmadan, herkesin aynı anne ve babadan geldiğinin bilincine varmak mümkün değildir. Uzun yolculuklarda, yollarını kaybedenler, yolculara bakarak yollarını bulurlar.

Kare dünyada nasıl toplumlar, siyasal sınırlarla birbirinden ayrılmazlarsa, insanlar da coğrafyanın kazandırdığı farklılıklarla, Adem ve Havva’nın çocukları olduklarını unutamazlar. Bütün insanlığın büyük bir aile olduğunu, dünyada bir yolcu gibi olanlar, bir yolcu gibi yaşayanlar, hiçbir zaman unutmazlar. Bir insan hangi soydan gelirse gelsin, hangi rengi taşırsa taşısın, hayatın başlangıcına dönüldüğünde, herkesin aynı anne ve babanın çocukları oldukları görülür.

Sınırların önemini yitirdiği bir dünyada yaşamak, yüzyılın insanlarının düşünce ve eylem dünyalarında, köklü dönüşümlere yol açmıştır. Hiçbir engel tanımadan ülke ülke, şehir şehir dolaşanlar, dünyanın duvarlarla bölünemeyecek kadar, küçük olduğunu kolaylıkla görürler. Küçücük dünyayı hem Cennete, hem de Cehenneme çevirmek, insanların elindedir. İnsanlar dünyalarını yollarda, gördükleriyle kıyaslamadan güzelleştiremezler.

Türkler bir insanın gönlünün fethedilmesini, bütün dünyanın fethedilmesinden daha değerli gördükleri için, tarihleri boyunca dünyaya bir yolcu gözüyle bakmışlardır. Hayatı da görünen dünyadan, görünmeyen dünyaya doğru, fırsat ve tehditlerle dolu, bir yolculuk olarak görmüşlerdir. Onların Asya’dan Avrupa’ya, gittikleri her yerde, silinmez ayak izleri bırakmaları, bütün dünyayı vatan olarak görmelerinden kaynaklanır.

Türkler bütün insanlığı aynı ailenin, farklı ülkelerdeki mensupları olarak bildikleri için, gittikleri her coğrafyada, adil tutumlarıyla ve güzel davranışlarıyla saygı uyandırmışlardır. Onlar aynı ailenin değişik kolları, arasında fark gözetmedikleri gibi, kimsenin inancını zorla değiştirmeye kalkışmamışlardır. Türkler her zaman zorla güzellik, zorla iyilik, zorla doğruluk olmayacağının bilincinde olmuşlardır. Bunun için gittikleri her ülkede yüzyıllarca kalmışlardır.

Dünyadaki her şeyin gelip geçici olduğunu vurgulamak için, Anadolu’da çok tekrarlanan bir dörtlükte: “Ey gafil aldanma endamına fani cihandır bu / Kendisi aşikar, ateşi gizli külhandır bu / İnsafı terkeyleme makamı imtihandır bu / Gelen gideni görmez iki kapılı handır bu” denilir. İnsanlar ister farkında olsunlar, isterse olmasınlar, herkesin dünyada bir yolcu gibi olduğunu, bu dörtlük hem çok yalın, hem de çok derin olarak anlatmaktadır.

Doğu da, Batı, da Güney de ve Kuzey de aynı ailenin, değişik kollarının yaşadığını görmek için, herkesin bulunduğu ülkenin, bulunduğu kıtanın sınırlarının dışına çıkmasını bilmesi gerekir.

Bütün insanlığın annesinin ve babasının, dünyada buluştukları Mekke’deki Arafat Dağı, bütün insanlığın dağıdır, Mekke bütün insanlığın anavatanıdır.

Mekke insanların yanlarında taşıdıkları vatanlarıdır. Mekke insanların, Cennet’in kapısını gösteren kutlu pusulasıdır.