Arafat dağların Mekke şehirlerin İslam medeniyetlerin anasıdır

En sonda gelmesine rağmen en başta olan, İslam medeniyeti İki dünya medeniyetidir, Müslümanlar hiçbir zaman, “ya dünya ya ahiret” dememişler, her zaman “hem dünya hem ahiret” demişler. İslam medeniyetinde insanlık tarihinin sıfır noktası olan Mekke, bütün şehirlerin anası olarak bilinir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, soyları ve renkleri ne olursa olsun bütün Müslümanlar, Kur’an’ı kitapların, Mekke’yi şehirlerin, İslam’ı medeniyetlerin kaynağı olarak görürler.

Bütün insanlığın annesi Havva, bütün insanlığın babası Adem, yitirdikleri Cennet’i bulmak ve geri dönmek için, sürgün edildikleri dünyada görüştükleri dağ Arafat dağıdır, buluştukları şehir Mekke’dir. Bunun için nerede doğarlarsa doğsunlar, Mekke bütün insanların anavatanıdır. Anadolu’nun asla batmayan güneşi, Türkçe’nin Sultanı Yunus, “Arafat dağıdır bizim dağımız / Orada kabul olur bizim duamız” diyerek, Mekke’nin ve Haccın önemini, bir kitaplık iki dizeyle vurgular.

İlk İnsan İlk Peygamber Mekke’de yeryüzünün ilk mabeti, ilk üniversitesi Kabe’yi inşa etmiştir.Yıkılan Kabe’yi İbrahim Peygamber yeniden inşa etmiş, Son Peygamber putlarından arındırmıştır. Dünyada Ademoğullarının yazdıkları bütün kitaplar Kur’an’a, kurdukları bütün şehirler Mekke’ye, inşa ettikleri bütün medeniyetler İslam medeniyetine düşülmüş uzun dipnotlardır. Dünyadaki bütün Müslümanlar Kabe’nin çevresinde, günde beş defa ezanlarla açılan kapanan büyük bir çiçek gibi, canlılıklarını hiçbir zaman yitirmezler.

Mavera Dergisinin “Yedi Güzel Adam”ı arasından yer olan Akif İnan’ın “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” kitabında ortaya koyduğu gibi, edebiyatsız medeniyet olmadığı gibi, şehirsiz de medeniyet olmaz.Tarihin her döneminde şehirler medeniyetlerin görünen yüzleri ve açık üniversiteleri olmuşlardır. Bütün medeniyetlerin kendilerine özgü şehirleri vardır. Düşüncesini serveti, eylemini mirası olarak gören Nuri Pakdil, “Batı Notları “ kitabında “Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir.Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır” diyerek, üç kutlu şehirin kitaplarla anlatılamayan önemini bir cümleyle anlatır.

İstanbul’da yönetimin Türklerin eline geçmesiyle, dünyanın bilgi ve bilgelik birikimi, yeni zenginlikler kazanmış, Orta Çağ kapanmış Yakın Çağ açılmıştır. Fatih tarihte çağ açan çağ kapatan ilk Sultan’dır. İstanbul’da bin yıldan daha fazla kalan Doğu Roma, yalnızca Ayasofya’yı inşa ederken, Türkler beş yüzyılda Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Bayazıt ve Şehzadebaşı başta olmak üzere, yüzlerce mimari eser inşa etmişler. Sur dışı İstanbul ve Boğaz’ın iki yakasında yerleşim yerleri, bütünüyle Türklerin döneminde inşa edilmiştir.

Doğu Hristiyanlığı tarihinde öncesi ve sonrası, olmayan Ayasofya Altıncı yüzyılda yapılmıştır. İslam öncesi yapıldığı ve İslam Miletinden İsa Ümmetinin eseri olduğu için, Türkler tarafından büyük saygı görmüş, Kubbelerin Sultanı Mimar Sinan’nın ustaca ilaveleriyle ayakta kalmıştır.

Kurucusu ve koruyucusu Justinyanus, Ayasofya’nın yaşatılmasını Katolik Latinlerden daha çok, Müslüman Türklerden beklemiş, ilk karşılaştığı Türklerle sıcak ilişkiler kurmuş.

Justinyanus’un beklentisi boşa çıkmamış, gelecekte Doğu ve Batı Hristiyanlığını, İstanbul’da Türkler barıştıracaktır.