Seküler Batı’ya karşı Zülkarneyn seddi olan İstanbul’un batan güneşi doğuyor

Dünyada Yirminci yüzyıl bağımsız devletler yüzyılı olmuştur. Birleşmiş Milletler’e üye devletlerin sayısı iki yüze yaklaşmıştır, gelecek yıllarda daha da artacaktır. Yirmi birinci yüzyıl devletlerden daha çok, şehirlerin önem kazandığı devlet şehirler yüzyılı olacaktır. Tarihin her döneminde ülkelerin, kültürel derinliği ve ekonomik zenginliği, toplumların görünen yüzleri olan şehirlerinden kaynaklanmıştır.

Naima’dan Cevdet Paşa’ya Türk tarihçilerin çok önem verdikleri İbn Haldun’nun Mukaddime’sinde anlattığı gibi, devletler canlılara benzerler doğarlar, büyürler ve ölürler.Devletlere göre şehirler daha uzun ömürlüdür. Onlar yüzyıllar içinde varlıklarını korurlar. Bu bağlamda Asya’nın ve Avrupa’nın elele verdiği, Doğu ile Batı’nın sürekli bir alışveriş içinde olduğu İstanbul’un, Türklerin tarihinde vazgeçilmez bir yeri vardır.


Tarih yazmaktan daha çok tarihi yazdırmaya önem veren Türkler, yüzyılların içindeki büyük ve uzun yolculuklarında, ezan okunan şehirleri vatan, ezan okunmayan şehirlerde ezan okumayı görev bilmişlerdir. Türklerin Buhara’dan Bursa’ya gelinceye kadar, Türkistan’da başlayan Selçuklularla devam eden, güçlü bir üretim ve derin bir yönetim birikimleri vardır. Türklerin eşsiz zenginlikleri İstanbul ile başlamamış, İstanbul’da doruk noktasına ulaşmıştır.

Türklere hem Mekke hem Medine toprağı olan İstanbul, Son Peygamberin duasını almıştır sevgisini kazanmıştır. “İki Kıta”nın ve “İki Deniz”in, Sultanı olarak bilinen Fatih’in, İstanbul’u Türk ve İslam dünyasının başşehiri yapmasıyla, Türklerin Doğu’dan Batı’ya, Semerkant’tan Saraybosna’ya yürüyüşleri hızlanarak devam etmiştir. Topkapı’da okunan Kur’an’la, Ayasofya’da okunan ezanla, İstanbul Müslüman dünyayı Hristiyan dünyaya karşı koruyan, Batılılarca aşılmayan ve aşılmayacak olan “Zülkarneyn Seddi” olmuştur.

Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine uzanan Türkler, kale toplumu değil, kervan toplumu nitelikleri taşırlar. Güzel Seyhun, Eşsiz Ceyhun, Gür Fırat, Derin Dicle, Mavi Nil, Yeşil Tuna, hareketin olmadığı yerde zenginleşme olmaz diyen Türklerin, sevdikleri nehirlerin başında gelirler. Necip Fazıl “Sakarya Türküsü” şiirinde, kıyısında Yunus Emre’nin gezdiği, Şanlı Sakarya’nın çelikten gövdesine, geçtikleri şehirleri çil çil kubbelerle donatan Türklerin, bin yıllık tarihinin vurulduğunu anlatır.

Yirminci yüzyıldaki gelişmeleri Samuel Huntington gibi, bir medeniyetler çatışması olmaktan daha çok, bir medeniyetler yarışması olarak gören Sezai Karakoç, kültürüyle ve ekonomisiyle İstanbul’un, yalnızca Türkiye’nin değil, bütün dünyanın başşehiri olmasını ister. Devletlerden daha çok medeniyetlerin, siyasal sınırlardan daha çok kültürel sınırların önem kazandığı dünyada İstanbul öne çıkıyor.

Türklerin iki dünyayı birlikte kucaklayan medeniyet merkezi İstanbul’un, dünyadaki ağırlığı giderek artmaktadır. Her şehirin bir dünya olacağı gelecek onyıllarda, İstanbul’a, bütün şehirler önem verecekler ve örnek alacaklar.