Ayasofya Yahudileri ve Hristiyanları Müslümanlarla İbrahim peygamberde buluşmaya çağırıyor

Türkler aşılmaz sularla çevrilmiş, suriçi İstanbul’unu, Doğu Roma’dan 1453 yılında, harap ve küçük bir şehir devlet olarak aldılar. Tarihçi Charles Diehl, Türklerden önceki İstanbul’un nasıl bakımsız ve yoksul olduğunu, 57 yıllık Katolik Latinler döneminde, kentin nasıl yağmalandığını ayrıntılı olarak anlatır. Surların içindeki İstanbul’u, Fatih surların dışına çıkarmıştır. ”Boğaziçi doğrudan doğruya Türklerin eseridir.”

”Aziz İstanbul”un sevdalısı Yahya Kemal, Türklerin İstanbul ile bağlarının, Hicret”ten yüzyıl önce, Ayasofya”yı inşa ettiren İmparator Justinyanus”a kadar uzandığını vurgular. İmparator Hint”e ve Çin”e giden ticaret yollarını İranlılardan daha çok, Orta Asya”daki Türklerin açmalarını bekler ve Türkleri Roma’nın mirasçıları olarak görür. İmparator yanılmamış ve Türklerden beklentileri gerçekleşmiştir. Doğu Roma döneminin simgesi Ayasofya, Türklerle bir medeniyetler merkezi olmuştur. Türkler İslam öncesi İsa ümmetinin eseri Ayasofya’yı İslam milletinin eseri olarak,özenle korumuşlardır.

Bin yıla yakın kilise ve beş yüzyıla yakın da cami olan Ayasofya, Müslümanların olduğu kadar, Hristiyanların kültüründe önemli bir yer tutar. Bu yüzden Ayasofya, dünyada hem Müslümanlar, hem Hristiyanlar tarafından saygı görür. Ayasofya, İbrahim Peygamber’de birleşen, İbrahimi dinlerin, ortak peygamberlerinin, ortak kitaplarının, çok kültürlü, çok kimlikli ve çok değerli büyük mabetidir ve bir medeniyet merkezidir. Yahudileri ve Hristiyanları, Ayasofya Müslümanlarla,İbrahim Peygamberle buluşmaya davet eder.

Türkler için Ayasofya, ”İki Kıta ve İki Deniz”in Sultanı olarak bilinen Fatih”in, bir armağanı ve bir emanetidir. Türkler Fatih”in Ayasofyası’na türbeler, medreseler, kütüphaneler, imaretler, muvakithaneler ve şadırvanlar ekleyerek, günün şartları içinde, eğitimle ibadeti bütünleştiren, açık bir üniversiteye dönüştürmüşlerdir. Ayasofya”dan geri kalmayan Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet, İstanbul’un diğer açık üniversiteleri olmuşlardır.  

Türklerin altın çağları, eğitim kurumlarına, bilime ve sanata büyük önem veren Fatih ile başlar. Adalet odaklı yönetimin öncüsü Kanuni ile doruk noktasına ulaşır. Fatih devlete üst düzey yönetici yetiştiren Enderun”u kurumsallaştırmış ve kendi adına yaptırdığı, cami çevresindeki eğitim kurumlarıyla, Türk üniversitelerinin temellerini atmıştır. Fatih’te Fatih, Evliya Çelebi”nin deyişiyle: ”Kurşun kubbelerle kaplı koca bir şehir kurmuştur.”

Ayasofya Filistin’deki Süleyman Peygamber’in Kutsal Mabedi ile İspanya’daki Kurtuba Camisi arasındaki sürekliliğin ve bütünlüğünün simgesidir. Ayasofya bütün İbrahimi dinleri kucaklayan, çok zengin geçmişiyle, dünya barışının hem koruyucusudur, hem güvencesidir. Ayasofya’da Adem Turabullah, İbrahim Halillullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah, Muhammed Habibullah denilir.

Dünyada Yahudiler,Hristiyanlar ve Müslümanlar, birbirleriyle savaşırlarsa, dünyanın hiçbir ülkesinde barış olmaz. Doğu’dan Batı’ya bütün ülkeler, savaştan savaşa sürüklenirler.

Ayasofya Fatih’in Ayasofya’sına dönerek, İlk Peygamberden Son Peygambere, bütün Ademoğullarını kucaklayan, bir medeniyet merkezi, bir medeniyet üniversitesi olmalıdır.  
  
Bütün dünyanın yitirdiği kutsal kültürün, hiçbir zaman batmayan güneşi, Ayasofya’dan doğacaktır.

Dünyada bilgiye ve bilgeliğe, hiçbir ülkede pasaport sorulmaz.

Bilgi ve bilgelik bütün ülkeleri vizesiz dolaşır.