Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Büyük Türkistan’daki gelişmeler, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar uzanan, İslam ülkelerinin dünya barışının sağlanmasında, vazgeçilmez önemleri olduğunu göstermiştir. Vietnam yenilgisini unutan Amerika’nın Irak’a, Afganistan’da paramparça olan Rusya’nın Suriye’ye, asker göndermeleri, bütün Ortadoğu’yu büyük bir Filistin’e dönüştürmüştür.
Geçen yüzyılda dünya denilince, akla Amerika ve Rusya geliyordu, yeni yüzyılın başında ise, dünya denilince akla İslam, Hint ve Çin dünyaları gelmektedir. Amerika’sıyla ve Avrupa’sıyla Batı dünyası Yirmi birinci yüzyılın başında siyasal ve kültürel gücünü yitirmiştir. Batı dünyası İslamın yalnızca Arapların ve Türklerin, inancı olmadığını görmüştür. Dünyanın yeni güç havzası Pasifik bölgesinde, bir milyara yakın Müslümanın yaşadığı ortaya çıkmıştır.
Ortaçağlarda İspanya’da, Doğu Avrupa’da ve Rusya’da olduğu gibi, Batı ülkeleri yeniden İslam dünyasıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Daha da önemlisi, İslam hem Avrupa’ya, hem Amerika’ya yerleşmiş durumdadır. Batı’nın İslam dünyasına savaş açması demek, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, bütün ülkelerde bir iç savaş başlatması demektir. Bu yüzden Batı dünyası, terörle savaşın İslam’la savaş olmadığını, tekrar tekrar vurgulamak zorunda kalmaktadır.
Bir kıvılcımın İslam ve Batı dünyasını, büyük bir yangın alanına çevirebileceği, bir dönemden geçilmektedir. Böylesi- ne çalkantılı bir yüzyılın başında, dünyanın en büyük edebiyat ödülleri Sezai Karakoç başta olmak üzere Müslüman edebiyatçılara verilmelidir. Türk dünyasının ünlü edebiyatçısı Cengiz Aytmatov onların başında gelmektedir. O bütün ülkeleri ilgilendiren sorunları, romanlarıyla yerel kültürden yola çıkarak, küresel kültüre taşımayı bilmiştir. O Türk ve Rus dünyasının, bütün dünyaca tanınan, en büyük edebiyatçılarından biridir.
Aytmatov Türk dünyası için, çok hızlı ve çok zor geçmiş Yirminci yüzyılın yazarıdır. Onun romanlarında Bişkek’ten Petersburg’a kadar geniş bir coğrafyada etkili olan Türk kültürü bir nehir gibi akarak, büyük denizlere ulaşmıştır. Aytmatov Kırgızistan’ın tarihini merkeze alarak, Buhari’yla, Maturidi’yle,Ahmet Yesevi’yle İslam’ın temellerinin atıldığı Büyük Türkistan’ın yüzyılların içinde oluşan, zengin kültürünü masalsı, bir destan gibi ele almıştır. Kelimelerin her şeyi anlatmaya yetmediği bilen Aytmatov, yerel kültürden sonuna kadar yararlanmıştır.
Dostoyevski’lerden, Tolstoy’lardan geri kalmayan Kırgızların büyük romancısı Aytmatov, “Bir dal kırılsa ne çıkar, yeter ki çınarın gövdesi sağlam olsun” diyerek, kitaplarında büyük Türkistan’ın parlak geleceğini anlatmıştır. Onun gözünde Türkistan’ın güzel insanları, her biri başlı başına bir roman olduğu kadar, hepsi de tek başına birer kahramandır. Onlar dağlarda büyük yokuşları, büyük inişleri olan aşılmaz yolları, birbirleriyle yardımlaşarak, aşmasını bilmişlerdir. Toplumlar kendi geçmişlerine ve kendi kültürlerine var güçleriyle sarılmadan, geçmişten geleceğe giden yolda, karşılarına çıkan engelleri aşarak küreselleşemezler.
Aytmatov’un vurguladığı gibi: “Güzel söz sıcak demir gibidir, vaktinde söylenmezse, soğur taş gibi olur.” Güzel söz zamanında güzelce söylenmelidir.
Dünyayı dönüştürecek güzel sözün ustaları yerel kültürün derinliklerinde dolaşmadan, küresel kültürün zenginliklerine ulaşamazlar.
Buhari’siyle, Maturidi’siyle, Ebu Hanife’siyle, Ahmet Yesevi’siyle Büyük Türkistan, “güzel düşünmesini, güzel görmesini” bilenlerin ülkesidir.