Dünya barışının mimarları Sezai Karakoç gibi düşünceyi eylem şiiri iman için bilen bilgiyi bilgeliğe dönüştüren bilgeler olacaktır

Şiir deyince Anadolu insanın aklına, Yirminci yüzyıl Türk şiirinin köşe taşları olan, Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Necip Fazıl gelir. Cumhuriyet döneminde adını duyuran her şair, geçtiği yollara, dikkatle baktığında, onların edebiyat ve medeniyet tarihinde, bıraktıkları kalıcı izleri görür.

Yakında yitirdiğimiz Şair ve Düşünür Sezai Karakoç, Türk edebiyatının köşe taşlarına yaslanarak, Anadolu insanının şiir ve düşünce dünyasına, “metafizik boyut” ve “metafizik gerilim” kazandırmıştır. Şiire metafizik sancı yükleyen Karakoç, Türk şiirinde yeni açılımların öncüsü olmuştur.

Türk şiirinde “Büyük Doğu”nun, Diriliş Mavera’nın dört şairi Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan ve Alaeddin Özdenören başta olmak üzere, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Hece, Yedi İklim dergilerinin çevresinde yer alan her şaiirin yolu Karakoç’a çıkar. Karakoç Necip Fazıl sonrası Türk şiirinde bir milattır.

“Hızırla Kırk Saat”ın, “Taha’nın Kitabı”nın ve “Gül Muştusu” nun şairi Karakoç, bütün şiirlerin topladığı “Gün Doğmadan” kitabıyla, geleceğin şairlerine paha biçilmez bir miras bırakmıştır. O Anadolu insanının, bin yıllık şiir dünyasının, köşe başlarından biridir. Onun düşünce ve eylem dünyasında, arayış içinde olan, metafizik kaygılar taşıyan bütün Ademoğullarına yer vardır .

Kalıcı iz bırakan edebiyatçılar, düşünce ve eylen dünyalarının şiirlerini, hikayelerini, romanlarını ve denemelerini, hiç yorulmadan, hiç dinlenmeden yazarlar. Onlar çıktıkları düşünce ve eylem dağlarının doruklarında, insanların içine düştükleri güçsüzlüğün uçurumlarını görürler. Ve bütün insanları Tur Dağı’ında Musa, Gökyüzün’de İsa, Miraç’ta Son Peygambe’le olmaya çağırırlar.

Sanatın doruk noktasına ulaşanlar, Cennet ile Cehennem’in sınırlarının kıldan ince, kılıçtan keskin olduğunun bilincine vararak, bağışlamayanların bağışlanmayacaklarını bilirler. İnsan hayatınnın değerini ve anlamını kavramayanlar, hayatı yaşanır kılamazlar. Çünkü hayatın anlamı insanda gizlidir. Edebiyat insanı bilmektir. İnsanı bilenler, edebiyatı bilirler.

Edebiyatın kaynağında, karşıtların birliği vardır. Karşıtları olmadan edebiyat olmaz. Edebiyatçılar Yunus gibi, erik dalına çıkarlar, orada üzüm bulurlar, şiir dağına çıkarlar, orada roman bulurlar, varlık dağına çıkarlar, orada yokluk bulurlar, ölümsüzlük dağına çıkarlar, orada ölüm bulurlar.

Hayata anlam ve değer kazandırmanın sırrı, ölümle ölümsüzlüğün, sevgiyle silahlanmakta nefretle silahlanmanın, iyilik peşinde koşmakla kötülük peşinde koşmanın bir arada bulunmasında gizlidir. İnsanlığın tarihi Habiloğullarıyla Kabiloğularının birbirleriyle çatışma ve uzlaşma tarihidir. Çatışmanın ve uzlaşmanın olmadığı toplumlarda değişme ve gelişme olmaz.

Hayata anlam ve değer kazandıranlar, Sezai Karakoç’un “Gül Muştusu’ndaki ölümsüz dizeleriyle söylenirse,”Diriliş bayaraklarını taşıyan / Şehit gömleklerini peşin giymiş / Ateşten, sudan geçer gibi geçen / Allah önünde her varı yok gören”lerdir.

Dünyayı Cennet’e dönüştürecekler, Diriliş Dergi’sinin yol haritası olan, “Bir insanı öldürenler bütün insanlığı öldürürler. Bir insanı diriltenler bütün insanlığı diriltirler” ilkesini, değişmez ilke edinenler olacaktır.