Dün kaybettiğimiz Sezai Karakoç’un necip Fazıl’ın ölümünde yazdığı bu önemli yazı kendisi için de aynen geçerlidir

Yaş kemale ermişti. Bu bakımdan hazır olmalıydık Üstadın gidişine. Fakat alışmak kolay değil. Ancak zamanın geçmesiyle tahammül gücüne eriyor insan böyle acıya.

Bu yazımda da, elimden geldiğince, rahmetli Üstadın bir cephesini anlatayım istiyorum. Bunu bir vazife biliyorum.

Şüphesiz büyük bir şairdi. Şiiri hakkında en uzun incelemeyi yapmış biri olarak burada onun üzerinde durmayı fazla bulurum. O inceleme ki, nice incelemelerin, doktora tezlerinin hazırlanmasında bir kaynak oldu.

Yalnız ona mahsus olan bir özellik.

Bir düşünürdü Üstad. Önemli bir piyes yazarıydı. Polemik yanı, tartışma kalemi ve cesareti ünlüydü. Nice tabu konulara el atmıştı.

Fakat asıl özelliği bunların ötesinde. Çünkü şair olarak, piyes yazarı olarak geçmişte ya da çağda, bizde ya da dışarıda emsali bulunabilir. Ama, öyle bir özelliği var ki, bu, geldiği çağ gereği, yalnız ona mahsus olan bir özellik. Misyonu da bu noktada gizli Üstadın.

O özellik, o misyon neydi?

Bu misyon, ülkemizde, entelektüel planda, sadece bilim alanında değil, yaşama planında “İslam”ın gündeme getirilmesidir.

Entelektüellerin İslam’a dönüp bakmaları sağladı

1930’lardan sonra, şiirde, romanda ve felsefede mistik eğilimler baş göstermişti. Bunları Peyami Sefa’da, Necip Fazıl ve o günün şairlerinde görebiliriz. Unsurlar halinde doğu-batı sentezi cinsinden düşüncelere de rastlanabilir. Yahya Kemal’in sohbetinde de bu nevi düşünceler vardır. Ancak İslam idealini tüm bir tez olarak alıp savunan kimse yoktu.

Halk, İslam’ı yaşıyordu kendi gücünce. Din alanı bilginleri vardı. Fakat, entelektüel planda artık gizli açık başka tezler savunuluyordu. İşte, Türkiye’de, entelektüellerin İslam’a dönüp bakmaları gerektiğini ilk haykıran ve tezini sistemleştirmeye çalışan ilk O oldu diyebiliriz.

İslam’ı bir hayat tarzı olarak seçmemiz gerektiğini söyledi

İslam’ı çağımız insanı için de, gelecek zaman insanı için de yaşanacak bir hayat tarzı olarak seçmemiz gerektiğini O söyledi. O, bunu bir bilim konusu gibi değil, canlı bir savaşım şeklinde sürdürdü. Yani, İslam onun için ekzistansiyel bir sorundu. Var olmak ve yok olmak sorunuydu. Hem kendisi, hem toplum için. Bu yüzden, hem kendi nefsiyle, hem karşı düşüncelerle savaştı. Bütün bunlar gözümüzün önünde oldu. Ve derken, bu ekzistansiyel kaygı topluma aşılandı.

Donmuş taş terliyor artık.

Onu, evvelsi gün Fatih Camii’nden uğurlayan kitle, bu ürpertiyi hisseden kişilerdi.

Toplum entellicansiyasında İslam’a ekzistansiyel ilgi ve toplum ruhunda bir ürperti uyandırmıştı Üstad.

Sonra bu yol açıldı.

Donmuş taş terliyor artık.

DÜN ANA YURDUNA VE BABA EVİNE UĞURLADIĞIMIZ BÜYÜK DÜŞÜNÜR VE EŞSİZ ŞAİRE RAHMET DİLİYORUZ.