Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Anadolu insanı cephelerdeki savaşların yerine, pazarlardaki yarışların geçtiğini görerek, “Ordu” toplumlardan “Girişimci” toplumlara dönüşme yolunda önemli adımlar atmış, çığır açıcı çalışmalar yapmıştır. Yirminci yüzyılın sonunda, Türkiye dışalımcı tüketen ülkeden, dışsatımcı üreten ülkeye dönüşmüştür. Üretim gücünde ağırlık, tarım ürünlerinden sanayi ürünlerine kaymıştır. Yeryüzünü bir mescit, bir işyeri olarak gören Anadolu insanı, ekonomik ve kültürel kuruluşlarıyla, dünya pazarlarında Türkiye’ye geniş alan açmıştır.
İç çalkantılarla büyük bir üretim güçsüzlüğüne düşüldüğü, toplu iğnenin bile üretilmediği bir dönemde, üreten el olmasını bilen,Erbakan’dan Özal’a sıradışı mühendisler kuşağı, Türkiye’de tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçişin mimarları olmuşlardır. Yeni Türkiye’nin oluşumunda Anadolu insanının gönlünde uyuyan aslanları, bir bir uyandıran sevgiyle donanmanın ustası mühendisler, üretimde ve yönetimde büyük sorumluluklar yüklenmişlerdir. Görünmeyen Üniversite’lerde bir araya gelen mühendis kuşak, “Kültürel Türkiye”deki dönüşümü, “Ekonomik Türkiye”ye taşımışlardır.
Ekonominin her alanında yenilikci bir işlev yüklenerek, hayatı kolaylaştıran mühendisler Anadolu’nun dönüşümüne öncülük yaparken, “Eski eski olduğu için atılmaz, faydasız olduğu için atılır. Yeni de yeni olduğu için alınmaz, faydalı olduğu için alınır” diyen, Mehmet Akif gibi düşünmüşlerdir. İki günü birbirinden farklı kılmaya katkısı olmayan bilgilerin, eski ya da yeni olmasının bir önemi yoktur. Tarihin her döneminde, kültürel dokuyu ve ekonomik yapıyı, dönüştürmenin üstesinden, yaşamayı zorlaştıran“tüketen eller” değil, kolaylaştıran “üreten eller” gelmiştir.
Yirminci yüzyıldan Yirmi birinci yüzyıla geçmeden, Sıradışı Mühendislerin öncülüğünde Türkiye’nin bütün şehirlerinde, sessiz ve derinden, büyük bir kültürel ve ekonomik dönüşüm gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve siyasal yapısı, büyük ölçüde yenilenmiştir. Büyük küçük bütün kuruluşlar, ekonominin her alanında dışsatımı artırarak, Doğu’dan Batı’ya dünya pazarlarında, kendilerine kalıcı bir yer tutmayı başarmışlardır. Avrupa’dan çekilen Anadolu insanı, aradan bir yüzyıl geçmeden, yeniden Avrupa’ya dönmüştür.
Ülkeler arasındaki siyasal sınırların önemini yitirdiği ekonomik sınırların önem kazandığı bir dünyada, toplumları Mekke’nin kazanılmasında olduğu gibi, silahsız olarak dönüştürmek, çok büyük ve hayati bir önem kazanmıştır. Savaş sırasında suçsuz bir insanı öldürmekle, bütün insanlığı öldürmek arasında hiçbir fark yoktur. Savaşlarda bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürür, bir insanı yaşatan, bütün insanlığı yaşatır. Son Peygamberin Mekke’ye dönmesi, kan dökmeden bir toplumu değiştirmede, insanlığın önündeki eşsiz bir örnektir.
İnsanların gönülleri silahlarla değil, hesapsız sevgiyle değişir. Kendilerinden ve inançlarından emin olanlar, başka inançlara yaşama hakkı tanımaktan korkmazlar. Kendi değerlerini bilenler, kendilerinden olmayanların değerlerini de bilirler. Mekkelilerin toptan dönüşümünde olduğu gibi, Allah’ı seven ve Allah’ın sevgisini kazananlar, kendileriyle birlikte, bütün bir dünyayı değiştirirler. Dönüşümün başlatıcıları, korku verenler değil, bütün dünyaya güven verenlerdir.