Müslüman ülkeler yıkılsalar da yakılsalar da yirmibirinci yüzyıl yeniden İslamın yüzyılı olacaktır

Gerçeğin coşkusunu derinden duyanlar, hayatın şiirini yakalamış olanlardır. Şiir gerçeğin en güzel, en yalın, en etkili biçimde ifade edilmesidir. Doğal olan gerçektir, gerçek olan doğaldır. Doğallığın sesi olmayı başaran şiir, gerçeğin sesi olmayı başarır. Şiir güzel olanı aramaktır. Hayatın bütün boyutlarında, güzellikte yarışanlar, gerçeğin gücünden yararlanmasını, hayatı dönüştürmesini bilirler.

Türkiye’de düşüncesini şiire, şiirini eylemine yansıtan şairlerin başında, edebiyatın her alanında ölümsüz eserler veren Necip Fazıl gelir. O Tanzimat sonrası Türk tarihini, yeniden ele alarak, Türkiye’de sorgulayıcı, eleştirel tarihçiliğin de öncülüğünü yapmıştır. Ona göre bütün dallarıyla birlikte, gerçeği aramayan sanat ve bilim, insanlığa kalıcı bir katkıda bulunmadığı gibi, kimseye de önemli bir yarar sağlamaz.

Çilenin insana düşüncede derinlik, sanatta incelik, eylemde olgunluk, kazandırdığının bilincinde olan Necip Fazıl, Çile şiirinin her dizesiyle, insanları iç dünyalarını hem yıkan, hem inşa eden. gizemli eli tutmaya çağırır. Çile’ye bütün olarak bakıldığında, çalkantılı bir dönemde, arayış içinde olan, entelektüel krizle boğuşan, bir şairin gözünden bütün insanlığın yitirdiği, Cennetin bulunuşunu anlattığı görülür.

Necip Fazıl’ın her şiiri gibi, her kitabı da, düşünce ve eylem dünyasının bir parçasıdır. Onun kadar şiirini, düşünce ve eylemine başarıyla, yansıtan başka bir şair yoktur. Onun başı hep yükseklerdedir, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmez, karamsarlıkla düşünce ve eylemin doruklarına tırmanılmayacağını bilir. O yarınlara ümit ve güvenle bakarken, yoksullukların kaynaklarını kurutur, zenginliklere de yeni açılımlar kazandırır.

Türklerin bin yıllık tarihlerinde, Türk nehirleri olan, Yeşil Tuna’nın, Cömert Nil’in, Güçlü Fırat’ın ve Sakin Dicle’nin, ortasından ikiye ayırdıkları şehirleri, dönüştürdükleri gibi, Necip Fazıl düşünceleriyle, şiirleriyle ve eylemleriyle, Anadolu şehirlerini bir bir dönüştürmüştür. Şehirlerin özlerini koruyarak, dönüşmeden dönüşmelerinde, şairlerin ölümsüz şiirleri büyük önem taşır. Onlar her zaman, düşünceler ve eylemler arasında, gizemli bir köprü olmuşlardır.

Toplumları Necip Fazıl gibi: “Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! / Ölsek de sevinin, eve dönsek de! / Sanma bu teker- lek kalır tümsekte! / Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” diyen, karamsarlık bulutlarını dağıtan, düşünce ve eyleme yeni açılımlar kazandıran, şairler dönüştürürler. Onlar ölümsüz şiirleriyle, insanları kötümserliğin karanlıklarından, iyimserliğin aydınlıklarına çıkarırlar.

Toplumlar bilgiyi bilgeliğe dönüştüren bilge şairleriyle, “Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tacını bulurlar.”

Ölümsüz şiirler yeryüzünden önce, gökyüzünde yazılırlar. Şiirin doruklarında hiçbir zaman kötümserlik rüzgarları esmez.

Gün doğarken de, gün batarken de, yarınlar şiirindir. Şiirin tekerleği hiçbir zaman tümsekte kalmaz. 

Şiiri iman için bilenlerin dünyasında,ümitsizlik inançsızlıktır, Allah’ın gücünün üzerinde güç yoktur.

Allah’ın vermediğini kimse veremez, Allah’ın verdiğini kimse alamaz.