Seküler ekonominin ana dinamiğini sınır tanımayan açgözlülük oluşturur

Yaşanılan yüzyıl bir büyüme, bir devleşme yüzyılı olarak nitelendirilirse yanılmış olunmaz. Özellikle Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, şehirler, kuruluşlar ve kitle haberleşme araçları, geçen yüzyıla göre katlanarak büyümeye devam ediyor. Dünyada pek çok ülkeden daha büyük şehirlerin sayıları hızla artıyor. Her yıl pek çok ülkeden daha etkili ve daha güçlü dev şirketler ortaya çıkıyor. Gerek ulusal gerek uluslararası alanlarda dev şirketler devletlerden daha güçlü hale geliyorlar.

Dünyanın büyük kuruluşları bulundukları ülkelerde, istemedikleri yönetimleri iktidardan uzaklaştırıyorlar. Onlar kendileriyle işbirliği yapan yöneticileri destekleyerek, iş başına getirmede güçlük çekmiyorlar. Dünyayı bir baştan bir başa kuşatan dev kuruluşlar, uluslararası televizyon şirketleriyle, izleyicileri milyonları aşan haberleşme kanallarıyla, kendilerini insanlığın hizmetine adamış, eşi görülmemiş iyiliksever, kültüre ve sanata katkıda bulunan kuruluşlar olarak tanıtıyorlar.

Dev şirketler insanları, tabiatı, doğal çevreyi ve yeraltı kaynaklarını, ekonomik ve siyasal güçlerine güç katmak için, acımasızca tüketerek, bütün ülkelerin geleceklerini tehdit eden çevresel sorunlara yol açıyorlar. Öte yandan yalnızca üretimden ve hizmetten kazanç sağlamakla yetinmeyerek, paradan para kazanmaya el atan ve baştacı edinen yatırımlar yapıyorlar. Onlar ellerini altındaki kitle haberleşme araçlarından yararlanarak, kendilerini dünyanın barış elçileri olarak tanıtıyorlar.

Dünyanın bütün üniversitelerinde ekonomik büyümenin dinamikleri tartışılıyor. Dünyada herkes soruyor : Nedir ölçüsüz ve sorumsuz devleşmenin dinamiği? Kapitalist ya da Sosyalist bir ekonomi politikasının izlenmesinin sonucu mu? Ülkeleri ve işletmeleri böylesine dev boyutlara ulaştıran büyüme tutkusu, nereden besleniyor? Batılı iktisatçıların pek çoğu, ekonomik büyümenin dinamiğinin, ekonominin Kapitalist ya da Sosyalist olmasıyla ilgili olmadığını vurguluyorlar.

Dünyayı eleştirel gözle bakan François Perroux kitaplarında, Kapitalist ve Komünist ekonomik yapıların farklı görünümlerine rağmen, her iki sistemde ekonomik büyümeyi tayin eden ve yöneten kuralların, aynı olduğunu açıklıkla vurguluyor. Batı’nın ekonomik yapısı ve zihniyetine ciddi eleştiriler geti¬ren J. Kenneth Galbraith çalışmalarında, “İşletmeler ister Kapitalist, isterse Sosyalist ülkede faaliyet göstersinler, aynı kurallara göre yönetilmektedirler” diyerek, dikkatleri aynı dinamiğe çekiyor.

Ekonomik büyümede amaç, her yerde, her ülkede, her zamanda aynı: Parasal kazançları artırmak. Seküler dünyada amaç hiç değişmiyor. Ancak durmadan çevreyi ve insana verilen ürünleri değiştirerek, değişmeyen şeyler değişiyormuş gibi gösterilerek insanların gözleri boyanıyor. Bütün dünyada dev kuruluşlar, büyülü ürünleriyle insanların gözlerini, önlerini görmeyecek kadar kamaştırıyorlar. Kuruluşların dev boyutlara ulaşmasının kaynağında, tatmin edildikçe çılgınlaşan güç tutkusu yer alıyor.