Sınırların önemini yitirdiği bir yüzyılda en büyük sorun Ay’a gitmekten daha çok dünyada kalıcı barışı sağlamaktır

Dünyada ekonomik gücün kaynağı şehirler, küresl kuruluşlar çoğalırken, eleştirel düşünen iki dünyayı altın oranda harmanlayan aydınların sayısı azalıyor. Sürekli geliştirilen ürünler kuruluşların, çokkatlı devasa binalar insanların, uzay araçları ülkelerin, birbirleriyle gösterişte yarıştıkları, alanların başında yer alıyor. Devletler, kuruluşlar birbirleriyle kültürel alanlardan daha çok, ekonomik alanlarda yarışıyor. Amerikalar Ay’a gittiler,Hintliler, Çinliler Mars’a gitmeye çalışıyor. Dünyayı yaşanmaz hale getirenler, kan gölüne dönüştürülecek yeni gezegen arıyor.

Dağlarıyla, denizleriyle, gölleriyle, ovalarıyla ve nehirleriyle bütün dünyayı kirleten seküler ülkeler, gözlerini uzayın bilinmeyen doğal kaynaklarına dikerek, yağmalanacak yeni gezegenler peşindeler. Seküler kültür kutsal kültürle olan bağlarını kopardığı için, uzayın derinlikleri, güneşin, dünyanın, yıldızların bir saat duyarlığıyla işleyen düzenini araştırırken, bütün insanların hizmetine verilen sınırsız zenginliklerin Yaratıcı’sını bütünüyle unutmuştur. Allah’ı unutanların elinde, Allah’ın bütün insanlığa armağanı olan zenginlikler, büyük bir açgözlülükle tüketilmektedir.

Allah’ın kusursuz düzenini anlamaktan daha çok, uzayın sınırsız kaynaklarını el koyarak, güç kazanma derdinde olan seküler dünya, Faustçu bir yaklaşımla, seçilmiş ayrıcalıklı olma peşindedir. O günlerde kısa gazete yazıları yazan Enis Safayhi, Batılıların bencilliklerini “Medeniyet Dedikleri” başlıklı kısa yazısında, “Ayda astronotların ayak izleri. Ve füze rampasının pek yakınında, Müslüman olduğu için bütün haklarını kaybeden Mehmet Ali var.” diyerek, gözler önüne sermektedir. Irkçılık yapmada Amerikalılarla, İslam’ın ilk yıllarındaki Mekkeliler bile yarışamazlar.

Yalnızca dış dünyanın zenginliklerine, önem veren seküler Batı dünyası, gökyüzünde kuşlar gibi uçmasını, denizlerde balıklar gibi yüzmesini, geliştirdiği nükleer silahlarla, Hiroşima’da yüzbinlerce insanı öldürmesini başarmıştır. Ancak insanların temel haklarına saygı göstererek, gökyüzündeki yıldızlar gibi, kardeşçesine yaşamasını başaramamıştır. Batı’nın açmazını, Safayhi “Medeniyetin Teptikleri” yazısında, “Von Braun: Ay’ı yaşanır hale getireceğiz demiş. Şüphesiz başarabilirler. Bu arada şu Amerika’yı siyahlar için de yaşanabilir hale getirseler” diyerek dile getirmektedir.

Son Peygamber Allah tarafından görevlendirilmesinin sekizinci yılında, kendisinden mucize isteyenler için, gökyüzünün her zaman pırıl pırıl olduğu bir Mekke gecesinde, Ay’ı parmağının bir işaretiyle ikiye bölmüştür. Ay o gece bütün dünyada, gökyüzünde ikiye bölünmüş olarak görülmüştür. Ay’ın ortasından iki parçaya ayrılmasına, inananlar ve inanmayanlar, büyük bir şaşkınlık içinde hep birlikte şahit olmuşlar. Ay’a yerleşme hayali kuranlar, tekrar gittiklerinde yüzyıllar önce ikiye bölünüşünden, kalıcı izler taşıdığını göreceklerdir.

Her gün yeniden doğan Güneş, her gece yeniden doğan Ay, iç dünyalarını derinleştirmek, dış dünyalarını zenginleştirmek isteyen insanların, hayatlarını düzenlemek için vardır. İnsanlar dünyanın olduğu kadar, uzayın da hem özüdür, hem de özetidir. O günlerde Nuri Pakdil’in tekrar tekrar vurguladığı gibi, Ay hakkında konuşmak, her şeyden önce Müslümanların hakkıdır. Çünkü Ay üzerinde ilk tasarruf İslam Peygamberinindir. Ancak dünyayı bütün insanlar için yaşanır kılmadan, dünya dışındaki gezegenlerin yaşanır kılınması mümkün değildir.

Yavuz Selim Mısır seferi sırasında, yitirdiği bir paşasını bütün Mısır’dan daha üstün tutmasını bilmiştir. İnsanlar dünya için değil, dünya insanlar için vardır. Güzel insanlar dünyanın peşinden koşmazlar, dünya güzel insanların peşinden koşar. İnsanların düşünce ve eylem dünyasında, Allah sevgisinin yerine dünya sevgisi geçerse, ülkelerdeki yerel savaşlar, küresel savaşlara dönüşür. Allah’tan habersiz dünyanın, uzayın derinliklerinde, yeni dünyalar araması, dünyanın doğal dengesiyle birlikte, uzayın doğal dengesini dinamitleme yolunda ilerlemesidir.

Seküler Batı dünyası insanların, yalnızca iç dünyalarını değil, dış dünyalarını harabeye çevirmiştir, sıra gezegenleriyle, yıldızlarıyla uzaya gelmiştir. Dinleri toplumların afyonu, olarak gören dünya, yalnızca Allah’ı değil insanı da unutmuştur.

Bilginin gücünü, bilgeliğin etkisini yitirdiği dünyada, yalın yaşamak bir erdem olmaktan çıkmıştır. Dünyanın her yanında insanlar, kültürel değerlerinden önce ekonomik değerleriyle, saygı görmeye devam ediyor.

Dünyanın her ülkesinde toplumlar her alanda kendilerinden çok daha öne çıkan, çok daha büyük değer kazanan gölgeleriyle değerlendiriyor.