Tarihçiler geçmişin değişmeyen olaylarına edebiyatçılar geçmişin değişen yorumlarına yoğunlaşırlar

Anadolu insanının edebiyat geleneği, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine doğru, büyük ve uzun bir yolculuğa çıkan Türklerin, bin yıllık tarihleri içinde oluşmuştur. Bir ayaklarıyla Doğu’da, bir ayaklarıyla da Batı’da olan Türkler, edebiyatı medeniyet için bilmişler, edebiyatsız medeniyet, medeniyetsiz edebiyat olmaz demişlerdir.

Edebiyatın sınırların ötesinde, ülkelerin üstünde, insanların düşünce ve eylem dünyalarına, yeni boyutlar kazandıran, çok zengin ve çok gizemli bir dünyası vardır. Edebiyat geleneğini derinleştirmeden, medeniyet dünyasını zenginleştirmek mümkün değildir. Hayatın her boyutunda, ekonomideki yatırımlar gibi, edebiyatın çarpan ve çoğaltan etkisi vardır.

Yunus Emre’den ve Mevlana’dan Mehmet Akif’e ve Yahya Kemal’e kadar, bin yıllık tarihten yola çıkarak, tarihin içinden konuşan edebiyatçılar, edebiyat geleneğinin oluşmasında ve canlılığını korumasında vazgeçilmez bir yer tutarlar. Onlara gönüllerini açmayan, bir Türkiye’nin kalıcı edebiyat eserleri vermesi ve güçlü bir edebiyat geleneği oluşturması mümkün değildir.

Dünyanın neresinde olursa olsun, iyilikleri özendirmede ve kötülükleri önlemede, yardımlaşmaya ve dayanışmaya ihtiyaç duyuldukça, düşünce ve eylem gücüne yeni açılımlar kazandıran, köklü edebiyat geleneğine de ihtiyaç duyulacaktır. Güçlü bir edebiyat geleneği olmadan, köklü bir medeniyet geleneği olmaz.

Türkiye’de edebiyat dergileri, Cumhuriyet döneminde, Anadolu insanının yerli ,edebiyat geleneğinin temellerini attılar. Anadolu insanının edebiyat geleneğinde, bütünlük ve süreklilik vardır. Tarihin her döneminde, toplumların dönüşmesinde en önemli, kaynak edebiyat olmuştur.Tarih geçmişe, edebiyat geleceğe bakar.Tarihin olayları değişmez, yorumları değişir. Tarihi yorumlamak edebiyatçıların işidir.

Yirminci yüzyılda Necip Fazıl’ın başlattığı, Sezai Karakoç’un yeni açılımlar kazandırdığı, yerli edebiyat geleneği, arkalarından gelen, açtıkları çığırı genişleten edebiyatçılarla, yeni açılımlar, yeni boyutlar kazanarak, Türkiye’nin yüzyılı bulmayan Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuştur. Onlar yerel düşünerek, küresel davranmasını bilmişler,İlk Peygamber’den Son Peygamber’e, insanlık tarihini bütün olarak görmüşlerdir.

Türklerin Anadolu’daki bin yıllık tarihlerinde açıkça görüldüğü gibi, İslam medeniyeti, iyilikleri büyütmede, kötülükleri önlemede, toplumun bütün kesimlerinin, birbirleriyle yarıştığı, iki dünya medeniyetidir. İki dünyanın birden kazanılması için, edebiyat ile medeniyetin, karşılıklı iletişim ve etkileşim içinde, altın oranda harmanlanması hayati önem taşır.

Anadolu insanının edebiyat geleneğinde, edebiyatçıların akılları hem başlarında, hem de gönüllerinde olmuştur. Onlar akıllarıyla düşünmüşler, gönülleriyle yazmışlar, düşünceyi eyleme, eylemi düşünceye dönüştürmüşler.

Yunus Emre’nin şiir geleneğinde, “Dağ ne kadar yüksek ise/ Yol onun üstünden aşar”. Edebiyatçılar aşılmaz dağ yolu üzerinde, yolcuların kulaklarına doğrululuğun, iyiliğin ve güzelliğin sırlarını fısıldarlar.

İki dünya arasında uyumu ve düzeni, sağlayan medeniyet köprüsü, edebiyatın ölümsüz eserleriyle inşa edilir.

Köklü ve derin edebiyat gelenekleri olmayan toplumların, güçlü ve kalıcı medeniyet eserleri olmaz.

Edebiyatta ölümsüzlüğü arayanlar, ölümsüz medeniyetin, sönmeyen meşaleleri olurlar.

Ölümsüzlüğün şiirini yakalayan edebiyatçılar,ölümlüler arasında ayrım yapmazlar.