Oswald Spengler’den Paul Kennedy’ye kadar pek çok düşünür ve akademisyen, Batı dünyasının içine düştüğü krizin, çevreden kültüre kadar, değişik alanlarda yol açtığı sorunları tartışmıştır. Artık hiç kimsenin, Batı dünyasındaki ahlaki çözülmeyi, göz ardı etmesi mümkün değildir. Dünyanın önde gelen aydınları, insanlığın kurtuluşunun yol haritasını, Batı medeniyetinin değerleri içinde aramamaktadır.
Son iki yüzyılda, bütün dünyayı etkileyen Batı medeniyeti de, kendisinden öncekiler gibi, görevini tamamlamıştır. Batı ülkeleri kendi toplumlarına bile, korkusuz ve düşmansız, uyum ve düzen içinde, bir hayat sunamamaktadır. Uyuşturucu kullanımının artmasıyla, alkol tutkunluğuyla ve yok edilen aile hayatıyla, Batı medeniyeti kimseye ümit ve güven vermemektedir. Batılılar bile kendi medeniyetlerinin, başka medeniyetlerden üstün olduğunu savunamamaktadırlar.
Doğu ve Batı medeniyetleri, kutsal gelenekle olan bağlarını öylesine yitirdiler ki, her biri ilk insan, İlk Peygamber Adem ile başlayan, “Hakikat Medeniyeti”nin, ana yolundan ayrılarak, yan yollara sapmıştır. Dünyada hiçbir medeniyet, “Tek doğru benim, ötekiler yanlış yoldadır” diyemez. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve New York’taki ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra, her medeniyet özeleştiri yapmak zorundadır. Bütün medeniyetler kendilerini sorgulamasını öğrenmek zorundadırlar.
Amerika’ya yapılan intihar saldırısı dünyayı ikiye bölmüştür. Amerika bütün dünyaya meydan okuyarak, “Bizimle olmayanlar bize karşıdır” demektedir. Oysa önce Batı medeniyeti kendini sorgulamalıdır. Çünkü son iki yüzyılda, neredeyse bütün dünyayı, Batı değerleri yönlendirmiştir. Eskiden Hristiyanlar Akdeniz’in Kuzeyine, Müslümanlar da Güneyine hakim olmuşlardır. Osmanlılar Balkanlardan, Araplar da İspanya’dan Avrupa’yı kuşatmışlardır. Artık dünyada Batı’nın etkili olmadığı ülke yoktur.
Yirmibirinci yüzyılda İslam dünyasının, Batı dünyasıyla ilişkisi Seyid Hüseyin Nasr’ın “İslam’ın Kalbi” isimli kitabında vurguladığı gibi: Uzak Doğu’nun “Ying ve Yang” dairesini hatırlatmaktadır. İslam Batı dünyasında, Batı dünyası da İslam dünyasındadır. İslam Batı’yı, Batı da İslam’ı beyazın siyahı içinde taşıdığı gibi taşımaktadır. Aynı iyilik ve kötülük çemberi gibi, İslam’ın ve Batı’nın içiçe olması, yeni bir oluşumun habercisidir.
Yeni yüzyılda Avrupa ve Amerika’da yaşayan pek çok Müslüman olduğu gibi, İslam dünyasında yaşayan da çok sayıda Hristiyan vardır. Müslümanlık neredeyse her Avrupa ülkesinde, Hristiyanlıktan sonra ikinci dindir. Berlin, Paris ve Londra ve Washington’daki cami sayısı İstanbul, Tahran, Karaçi ve Jakarta’daki kilise sayısından kat kat daha fazladır. Avrupa’da doğan çocukların, yarısından fazlasının ismi, Mehmet ya da Ayşe’dir.
Müslüman ülkelerde yaşayan Hristiyanların katkısı, teknolojik alanda yoğunlaşırken, Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların katkısı ise, entelektüel alanda yoğunlaşmaktadır. Dünyanın yaşayan az sayıda etkili düşünürlerinden biri olan Nasr’ın, üzerinde önemle durduğu gibi, tarihin hiçbir döneminde bu kadar çok sayıda Müslüman aydın, Batı dünyasında yaşamamıştır. İslam ve Batı dünyası, “Biz ve onlar” ayrımı yapılamayacak kadar, içiçe birlikte yaşamaktadır.
Batılılar medeniyetin dünyaya dönük yüzü, Yunan ve Roma boyutunda yoğunlaşırken, Müslümanlar öteki dünyaya, dönük yüzünde yoğunlaşmaktadırlar. Biri medeniyetin ekonomik boyutunu temsil ederken, biri kültüre dönük boyutunu temsil etmektedir.
Sekülerleşme medeniyetin kutsal boyutunu hayatın dışına itmiştir. Her iki kesim el ele vererek, medeniyetin kutsal boyutunu zenginleştirmeye çalışmalıdır.
Geleceğin barış dünyasının mimarları, “Ya Doğu ya Batı”
diyenler değil, “Hem Doğu hem Batı” diyenler olacaktır.