Yüzyıllar içinde şehirlerin oluşumu ve gelişimi, ekonomik gelişmelerle birlikte, kültürel derinleşmelere dayanıyor. Bu yüzden dünyanın her yanında şehirler, bir yandan ekonomik zenginleşmenin, bir yandan kültürel derinleşmenin sürükleyici güçleri oluyor. Sanayileşmenin ortaya çıkardığı, bir örnek toplu üretime ve bir örnek toplu tüketime, paralel olarak büyüyen şehirler, Yirminci yüzyılda ekonomik, siyasal ve kültürel yapıda ortaya çıkan, en önemli dönüşümlerin başında geliyor. Şehirlerde tüketimin ve üretimin, yıldan yıla biraz daha büyümesiyle, kültürel doku ve ekonomik yapı, büyük değişikliklere uğruyor.
Şehirlerin bütün dünyanın, ilgisini çeken kültürel zenginlikleri, değişik alanlarda yeni gelişmelere yol açıyor ve çok boyutlu etkiler doğuruyor. Şehirler camileriyle, çarşılarıyla, çok katlı işyerleriyle, konutlarıyla, en geniş anlamıyla, bir değerler bütünü olan medeniyetlerin, görünen somut yüzlerini oluşturuyor. Kültürlerin zenginliği, şehirlerdeki uyumda ve düzende kendini gösteriyor. Şehirlerin ekonomik, siyasal ve kültürel alanlardaki canlılıkları, hayatın her boyutunda gelişmelere yol açan kutsal değerlerinden kaynaklanıyor. Zengin tarihsel geçmişe dayanmayan şehirlerin, büyük değiştirici güçleri olmuyor.
İstanbul’da şehirlerin oluşumundaki yapılar kolaylıkla gözlenir. Eski İstanbul’da insanlarla, ağaçlarla, kuşlarla uyum içinde kubbeler, minareler, çarşılar, medreseler, çeşmeler ve evler yer alır. Eski şehirlerde her şey, yeryüzüyle gökyüzünün bir denge içinde, buluşmasını ve el ele vermesini yansıtır. Yeni İstanbul’da, uyumun ve uzlaşmanın yerine, uyumsuzluk ve çatışma geçer. Yeni İstanbul’da göklere isyan edercesine, yükselen çok katlı binalar, doğal çevreyle savaşan bir görünüm sergiler. Birbirleriyle güzellikten daha çok, yükseklikte yarışan gökdelenler, şehirlerin bağrına saplanan hançerlere benzerler.
Duvarları ve demir perdeleri ortadan kalkan dünyanın erdemli şehirlerine, yeni şehirlerden önce, eski şehirler örnek oluyor. İster eski İstanbul, ister eski Buhara olsun, hiçbir bina ağaçlardan daha büyük yapılmaz. Doğal çevreyle yapılar arasında, Itri’nin tekbirinde olduğu gibi, eşsiz bir uyum ve denge yakalanır. Bunun için Le Corbusier ve Frank L. Wright, Mimar Sinan gibi, ağaçları hem doğal dünyanın, hem yapıların ana örneği olarak görürler. Ağaçlar doğal çevreyle, insanın kurduğu çevre arasında, dengenin güvencesi olurlar. İnsanlar ağaçlar gibi topraktan uzaklaşınca, canlılıklarını ve doğurganlıklarını yitirirler.
Sanayi toplumunun büyüklüğü özendiren değerlerine dayanan şehirler, Yirminci yüzyılda ekonomik yapılarda ve kültürel dokularda, büyük yıkımlara yol açıyorlar. Yeni yapılanmayla ortaya çıkan şehirlerde, insanlar üretmekten daha çok tüketmeye, kazanmaktan daha çok harcamaya, durmadan borçlanmaya özendiriliyorlar. Şehirlerin merkezlerinde mabetlerin yerine, alışveriş merkezleri geçiyor. Alışverişin yirmi dört saatlik bir süreç olduğunu göstermek için, şehirlerdeki saat kuleleri bir bir kaldırılıyor. Alışveriş merkezleri şehirlerin, şehirler ülkelerin simgeleri haline geliyor.
Savurganlıkta sınır tanımayan gösteriş kültürü, şehirlerde yeni boyutlar kazanıyor. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar şehirlerde, insanların hayatları gece ve gündüz aydınlatılan alışveriş alanlarının, yanlarında yükselen çok katlı iş merkezlerinde geçiyor.
Günlük hayatta toprağa yakın, güneş ışığı altında geçen saatlerin, payları giderek azalıyor. Şehirlerde yaşama ve çalışma düzeni, sıradanlaşarak ekonomik ve kültürel hayat, çekiciliğini ve canlılığını yitiriyor.
Hayatın tekdüzeleşmesi, bilgelerin sağlıklı insan bedenine benzettikleri, zamanı aşan kutlu şehirlerin önemini, yeniden bütün dünyanın gündemine taşıyor. Dünyada Kutlu Şehirlerin anası, Son Peygamberin elinde, Yesrip’ten Kutlu Şehir’e dönüşen, tarihin yeni sıfır noktası Medine’dir.
Çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk olmanın, barış içinde bir arada yaşamanın ilk örneği, bütün dinlere saygı gösteren, Kutlu Şehir Medine’de verilmiştir.
Bütün dünyanın özlemini duyduğu, son iki yüzyıldır Atina’da aradığı, ancak bulamadığı “Toplum Sözleşmesi”inin, şah uygulaması Medine’de yapılmıştır.
Kömünizmin ve Kapitalizmin geçerliğini yitirdiği kare dünyada, katılımcı yönetimin ve paylaşımcı ekonominin yol haritasi, “Medine Sözleşmesi”ndedir.