Dünyaya barış getirmek “halksız demokrasi”lerin “seçilen krallar”ının değil edebiyatçıların görevidir

Dünya barışının mimarları Maurice Duverger”in, “Halksız Demokrasi”lerinin “Seçilen Krallar”ı değil, insanlığın “Seçilen ve Sevilen Edebiyatçılar”ı olacaktır. Edebiyatçı yazması gerekeni yazmaktan kaçınmaz. Çünkü, edebiyat hayattır, hayat edebiyattır. Bu yüzden eleştirel düşünmesini bilen edebiyatçı, çağının düşüncelerinden ve eyleminden sorumludur. Çünkü edebiyatta tartışılan, er ya da geç ekonomik ve kültürel hayatta karşılığı bulur. Edebiyat yaşanılan hayattan, yaşanılan hayat edebiyattan beslenir.

Edebiyatı sevenler hayatın içinde olurlar, hayatın içinde olanlar edebiyatı severler. Bunun için düşünceyi eylemden, eylemi düşünceden ayırmayan Fethi Gemuhluoğlu, “edebiyata dost olmayan, insana dost olmaz” demeyi ömrü boyunca tekrarlamıştır. İnsanların açgözlülükle kararan gözleri edebiyatla doyurulur, yoksullaşan iç dünyaları edebiyatla zenginleştirilir. Yirmi birinci yüzyılı yaşanır kılmada, gözleri doyurmak değil, karınları doyurmak önemlidir.

Doğu’dan Batı’ya bütün dünyada bütün insanlara aynı annenin ve aynı babanın çocukları oldukları, herkesin temel haklarına ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi gerektiği, kimsenin kimseden üstün olmadığı, edebiyatla anlatılır. Her ülkeyi savaş bulutlarının sardığı bir dünyada, edebiyat ustalarının eserleri, kutup yıldızlarına benzerler, din, dil, ırk ve renk ayrımı gözetmeden herkese yol ve yön gösterirler.

Dünyanın bütün ülkelerinde kitaplarıyla edebiyatları edebiyat yapanlar, edebiyatı medeniyet, düşünceyi eylem için bilenlerdir. Medeniyetlerin görünen yüzleri olan kutsal şehirler, edebiyatçıların düşünen akılları, seven gönüllerdir. Bütün alanlarıyla hayat edebiyatla zenginleşir. Düşünce edebiyatların babasıysa, eylemler anneleridir. Hayatın her alanında düşünce eyleme, eylem düşünceye edebiyatla dönüşür. Barışa giden yolda, dünyanın devlet yöneticilerinden önce, yerel düşünen küresel davranan edebiyatçılara ihtiyacı vardır.

Hayatı bütün dalgalanmalarıyla en yalın, en güzel ve en etkili olarak edebiyatçılar anlatırlar. Edebiyatçılar özel alanlardan kamusal alanlara baktıkları gibi, kamusal alanlardan özel alanlara bakarlar, insanlarda toplumları, toplumlarda insanları görürler. Edebiyatçılar insanların eline, yeni dünyaların kapılarını açan gizemli anahtarlar verirler. Bir roman, bir öykü, bir şiir, bin düşüncedir, bir edebiyatçı yazar, milyonlarca insan okur. Edebiyatla iç ve dış dünyalarını zenginleştirenler, değiştirmesini bildikleri kadar, değişmesini de bilirler.

Ülkelerin ayakta kalmaları için, yollar, köprüler, limanlar ve havaalanları gerekli, ancak hiçbir zaman yeterli değildir. Edebiyatlarını derinleştirmeyen ülkeler ekonomik, siyasal ve kültürel hayatlarını zenginleştiremezler.

Mesnevi’yi anlamayanlar, Süleymaniye’yi anlayamazlar. Mevlana gibi düşünmeden, Sinan gibi mimar olunmaz. Edebiyatları derin olan toplumların, şehirleri zengin olur.

Edebiyatlar iç dünyanın derinliklerinin, dış dünyanın zenginliklerine yansıtırlar. Edebiyatçıların elinde Musa Peygamberin asası gibi, denizde yol açıcı bir asa vardır.