Dünyayı dönüştüren zirve düşünürlerin büyük şairlerin yolu kalabalıkların yolu değildir

Sağlıklı bir toplumda büyük şairler, düşünce ve eylemleriyle, yönetenler ile yönetilenler arasında, uyum ve düzeni sağlayan aydınların başında gelirler. Şairler sınır tanımayan vizyonlarıyla, toplumların geçmişlerinde geleceklerini, gelecekte geçmişlerini görürler. Onların şiirleri kökleri geçmişte, dalları gelecekte olan ağaçların, tazeliğini hiç yitirmeyen meyvalardır. Onlar güzellikleri özendiren, çirkinliklerini önleyen şiirleriyle, bütün insanlığın ortak aklının sesi olurlar.

Şairler değişik boyutlarıyla hayatın bütünü gören şiirleriyle, bir ellerini yönetenlere, bir ellerini de yönetilenlere uzatarak, toplumlara gidilmesi ve gidilmemesi gereken yönleri gösteren, kutup yıldızlarıdır. Onların şiirlerini okumayan, düşüncelerini öğrenmeyen, eylemlerine özenmeyen toplumlar, zengin bir kültürel doku ve sağlam bir ekonomik yapı oluşturamazlar. Büyük şairler her dönemde, toplumlara yol gösterici olmuşlardır.

Yirminci yüzyıl Türkiye’sini dönüştüren şairlerin başında Necip Fazıl gelir. Necip Fazıl resimin bütünü gören, şair ve düşünür sezgisiyle, dünyada doksanlı yıllardaki gelişmeleri, önceden görerek Türkiye’nin geleceğini, Türklerin bin yıllık tarihinin odak noktası olan Anadolu’da aramıştır. O bütün büyük şairler gibi, değişmeyen gerçekleri arama yolunda, her türlü acıya katlanan, düşünce ve eylemi yalnızca Allah için bilen, çok yönlü zirve bir düşünürdür. O “Çöle İnen Nur”un izinden giderek, ardında izlenecek izler bırakmıştır. Onu izleyenlerin önünde bütün surlar bir bir yıkılmıştır.

Dostoyevski’nin önemle vurguladığı gibi,acılar insanları olgunlaştırır. Büyük dönüşümlerin yolu, uzundur ve acılarla doludur. Acı çekilmeden, çıldıran ve çıldırtan dünya, baştan sona yıkılmadan, yepyeni bir dünyanın kapıları açılmaz. Dünya bir bardak su gibi çalkalanmadan, gökler devrilmeden, boşluk yıkılmadan, ekonomik, siyasal ve kültürel hayat yerli yerine oturmaz.

Necip Fazıl gibi, derin metafizik sancı çeken Goethe, “Yardıma çağırdığım şey acılardır. Çünkü onlar dosttur ve iyi öğüt verirler” diyerek, acı çekmenin önemini ortaya koymuştur.Acı çekme öncesini, “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” diye özetleyen Necip Fazıl, acı sonrasında “Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! / Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!” diyerek, yerel ve küresel bütün haksızlıklara savaş açmıştır.

Necip Fazıl’ın şiir ve eylem dünyasında, inançsızlıkla birlikte, karamsarlığa da yer yoktur. O dünyaya ve Türkiye’ye “Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizim- dir” diye seslenir.

Şairler her şeyin her şeyle, iletişim ve etkileşim içinde olduğu, küçük dünyayı değil, büyük dünyayı görürler. Dönüşüm rüzgarları, toplumların tavanlarından önce, tabanlarında esmeye başlar.

Dönüşümlere direnilmez, dönüşümler yönetilir. Toplumların dönüşümü çevreden başlar, güçlene güçlene merkeze ulaşır.

Dönüşümü yönetenler geçmişte geleceği, gelecekte geçmişi görmesini bilenlerdir.

Şairlerin yolu, kalabalıkların yolu değildir. Onlar kalabalıkları değil, kalabalıklar onları izler.