Her dönemde toplumların dönüşmesinde içe dönük savaşlar dışa dönük savaşlardan çok daha önemli olmuştur

İslam tarihinde bir dönüm noktası olan, Hicret’in üzerinden bir yüzyıl geçmeden, Müslümanlar dünyayı bir hilal gibi kuşatmışlar. Hilalin bir ucu Çin’e uzanırken, bir ucu Pirene’leri aşarak, Fransa’nın içlerine kadar ulaşmıştır. İslam’ın tarihte eşi ve benzeri görülmedik bir hızla genişlemesi, askeri bir üstünlükten daha çok Allah’a inanmanın, Son Peygamberine bağlanmanın verdiği güçten kaynaklanmıştır. Allah sevgisini kazanan insanları, hiçbir zaman, hiçbir yerde yarı yolda bırakmamıştır.

Sezai Karakoç, Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilişini, büyük bir acıyla yaşayan Yahya Kemal’i, “Bozgunda bir fetih düşü” olarak görür. Osmanlının küçülüş döneminde, büyük fetih rüyaları gören Yahya Kemal, İslam’ın bir “Cihat Medeniyeti” olduğunu söyler. Cihat toplumsal bunalımların yaşandığı dönemlerde, büyük rüyalar görmenin coşkusuyla, Müslümanlara eşsiz bir dinamizm kazandırır. Müslümanlar ümitsizliğin en yoğun olduğu dönemlerde bile, yüzyıllar sonrasının görkemli rüyalarını görmüşlerdir.

Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında, Osman Gazi’nin bir gecede, göğ¬sünden doğan bir çınarın, üç kıtaya dal budak salmış olarak görmesi, en çok bilinen rüyaların başında gelir. Ortam ve şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, ümitsizliğe kapılmayanlar gerçekleşecek büyük rüyalar görürler. Toplumların rüya dünyaları ne kadar büyük olursa, eylem dünyaları o kadar büyük olur. Rüyaları büyük acılara katlanarak, iyimserliklerini yitirmeyenler gerçekleştirir. Nasıl denizlerin derinliklerine inmeyen dalgıçlar incilere ulaşamazlarsa, büyük çileler çekmeyen insanlar rüyalarını gerçekleştiremez.

Rüyaların gerçeğe, düşüncelerin eyleme dönüştürülmesinde, cihat coşkusu vazgeçilmez bir önem taşır. İslam kültüründe cihat iki yönlü bir eylemdir. Cihadın bir yönü, insanın iç dünyasına, bir yönü dış dünyasına dönüktür. Güç olan cihadın insanın iç dünyasına, dönük olan yönüdür. Zorlu bir iç hesaplaşmayla, gönüller Allah sevgisiyle doldurulmazsa, dış dünyanın güzelleştirilmesi mümkün değildir. İç dünyalarını zenginleştirmeyen insanlar, dış dünyanın yok edici çekiciliğinden kurtulamazlar.

Son gelen ilk olan İslam Peygamberi, bütün insanlara büyük cihadın insanın cephede savaşması değil, iç dünyasında kendi kendisiyle hesaplaşması olduğunu haber vermiştir. İnsanın gönlünün derinliklerinde kendisiyle hesaplaşması, düşmanlarıyla savaşmaktan çok daha zordur. Hem iç hem dış dünyada, yarışmalara direnilmez yarışmalar yönetilir. Dünyada kendileriyle her alanda iyilikte yarışmayanlar, dostlarını olduğu kadar düşmanlarını da hiçbir alanda, iyilikte yarışmaya zorlayamazlar kötülükleri önleyemezler.

Dünyayı bitmez tükenmez bir coşkuyla iyilikleri büyütmesini, kötülükleri azaltmasını bilenler dönüştürür. Yirminci yüzyılda dünyayı değiştirmede başarıyla uygulanan yollardan biri, Gandi’nin Hindistan’da işgalci İngilizlere karşı, uyguladığı ve amacına ulaştığı, “Pasif Direnme” yoludur. Gandi şiddete dayanmayan yöntemini Throeau, Tolstoy ve Emerson gibi “Gönüllü Direniş”çilerden esinlendiği kadar, Hint alt kıtasında çok güçlü olan Dergah kültüründen yararlanmıştır. Mesnevi kültürünün zenginliği, gönüllü itaatsizlik yollarını derinden etkilemiştir.