Her şehirin bir devlet olacağı bin devletlik dünyanın barış mimarları üniforma giyenler değil forma giyenlerdir

Kapalı kapıların olmadığı her alanda açıklığın zorunlu olduğu dünyada, katılımcı demokrasilerin ve paylaşımcı ekonomilerin, dünyanın önde gelen ülkelerinde benimsenmesiyle, büyük küçük bütün şehirler, kendi kendilerini yönetme gücü kazanıyor. Ulaşımdaki ve iletişimdeki baş döndürücü gelişmeler, dünya şehirlerini birbirine yaklaştırıyor, toplumlar arasındaki iletişimi ve etkileşimi hızlandırıyor. Sovyetlerin ve Yogoslavya’nın dağılmasıyla, dünya yeni cumhuriyetlerle tanışıyor. Rusya Federasyonu Tataristan’ıyla, Başkurdistan’ıyla, Dağıstan’ıyla, Kırım’ıyla yeni açılımlara hazırlanıyor.

Değerlerden yoksun yalnızca parasal kazanımlara önem veren ekonomilerin elinde kültürler derinliklerini yitiriyor. Ülkelerde araç işlevi yüklenen ekonominin yasaları, amaç işlevi yüklenen kültürün değerleriyle işlerlik kazanırlar. Hayatın her alanında, özne görevini ekonomiler değil, kültürler yüklenir. Kültürel değerlerini yitiren toplumlar, ekonomik güçlerini yitirirler. Orta bir Avrupa ülkesi büyüklüğündeki Kaliforniya’sıyla,Teksas’ıyla Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri gibi, değer çözülmelerinin sonrasında, iç savaşsız dağılma yolunda adım adım ilerliyor.

Dünya tarihine eleştirel gözle bakıldığı zaman, köklü dönüşümlerin yaşandığı dönemlerin hemen öncesinde, büyük değer çözülmelerinin baş verdiği görülür. Batı ülkelerinde yaşanan ve hayatın bütün alanlarını etkileyen değer çözülmeleri, dünyada başta Müslüman ülkeler olmak üzere, Doğu ülkelerinin güç kazanmakta olduklarını haber veriyor. Yalnızca ekonomilere öncelik veren Batı dünyası, farkında olmadan yıllar içinde oluşan zengin kültürleri yoksullaştırarak, yol açtığı yerel ve küresel savaşlarla bütün ülkelerin şehirlerinde, büyük ekonomik ve kültürel yıkımların yolunu açıyor.

Yeni dünya John Naisbitt’in öngörüsüyle, “Bin ülkelik bir dünya” olmaya doğru hızla gidiyor. İster Asya’da, ister Avrupa’da, ister Amerika’da olsun, her şehir yerinden yönetilen bir devlete dönüşüyor. Her şehirin kuruculuğunu üstlenen büyük bilgeleri, kültürler arasında dostluk köprüleri kurarak, dünya şehirleri arasında yeni bir yapılanmanın, yeni bir dönüşümün öncülüğünü yapıyorlar. Dünyanın bütün ülkelerinde geçmişte Kudüs’te, Kurtuba’da, Saraybosna’da olduğu gibi, değişik ırktan, değişik dinden, değişik renkten insanların barış içinde yaşadıkları, geleceğin barış dünyasının öncüleri olacak yeni şehirler kuruluyor.

İster Doğu’da, ister Batı’da olsun ülkeler, tarihlerini yeniden yaşayarak geçmişlerini değiştiremezler. Ancak ülkeler önceden hazırladıkları, ayrıntılı yol haritalarıyla, geleceklerini değiştirirler. Küçük bir kıvılcımın bütün dünyayı, büyük yangın alanına çevireceği bir dönemde, gelecek yüzyılın derinlik ve zenginlik kapıları, geçmiş yüzyılın savaş isteyen üniforma giyen silahlı ordularına değil, geleceğin barış isteyen forma giyen silahsız uçbeylerine açılır. Yeni uçbeyleri ürettikleri kusursuz ürünlerle, verdikleri eksiksiz hizmetlerle, hem ekonomileri hem kültürleri dönüştürürler.

Müslüman ülkelerin Doğu’dan Batı’ya, geliştirdikleri kültürlerinin ve büyüttükleri ekonomilerinin eşsiz şahitleri olarak, bütün yeryüzüne serpiştirdikleri şehirlerde, tarih daha geniş ve daha zengin bir daire çizmek için, bittiği döneme geri dönüyor. Her dönemde toplumların, ekonomik, siyasal ve kültürel güçleri, ekonominin kurallardan daha çok, kültürün değerlerinden beslenir. Ülkeler zengin ekonomileriyle değil, derin kültürleriyle güçlü ve uzun ömürlü olurlar. Ülkelerin tarih içindeki yerlerini, araç olan ekonomilerin kazanımlarından önce, amaç olan kültürlerin değerleri belirler.

Dünyanın her ülkesinde hayatın her alanındaki küresel genel geçer değerlerin kaynağını, peygamberlere ve kitaplarına dayanan kutsal kültür oluşturur. Kutsal kültürde insanlığın beş bin yıllık tarihi, İlk Peygamberle başlar Son Peygamberle tamamlanır. Dünyada “Tarihin Sonu” Son Peygamberle gelir. Bütün ülkelerde üretimiyle , yönetimiyle, aşkın kaynaklara dayanan ve kutsal kültürden beslenen yeni bir dönem başlıyor.

“Zamanı Aşan Şehirler” kitabımızda ortaya konulmaya çalışıldığı gibi, Asya’nın altın şehirleri Bakü, Şeki, Taşkent, Semerkant ve Buhara gözlemleri, izlenimleri, çağrışımları Yirmi birinci yüzyılın, Türklerin ve Müslümanların yüzyılı olacağını gösteriyor. Türklerin Semerkant’tan Saraybosna’ya uzun yolculuklarının yol haritası olan Ana Akım İslam’ın temelleri Büyük Türkistan’da atılmıştır.

Medeniyet Tarihçisi Seyfettin Erşahin’in çalışmalarında ortaya koyduğu gibi, Türklerin İtikatta Maturidi, Amelde Ebu Hanife, Ahlakta Ahmet Yesevi, Kur’an’a ve Sünnet’e dayanan İslam’ın, bilgi ve bilgelikte, düşünce ve eylemde, en geniş referans çerçevesini ve özgürlük alanını belirleyen ana kaynaklarıdır. Onlar yüzyıllar içinde Türklerin kimliklerini oluşturmuştur.

İcma, Kıyas ve İstihsan Ana Akım İslam’ın dünyadaki gelişmelere uyum sağlamada, değişmeyen amaçları korumada, değişen araçları yönetmede ve yararlanmada ana yöntemleri olmuştur.

Türkler ağırlıklarını temel İstihsan ilkesi olarak, her zaman ve her yerde, iyilikten yana, içtenlikten yana, güzellikten yana koymuşlar, iyilikte, içtenlikte, güzellikte yarışmışlar.

İnsanları aynı annenin aynı babanın çocukları olarak gören Türklerin pazarında, iyilik alınmış iyilik satılmış, içtenlik alınmış içtenlik satılmış, güzellik alınmış güzellik satılmış.