Yüzyılların içinde oluşan, Türklerin düşünce ve eylem dünyaları, yalınlığı ölçüsünde derin, derinliği ölçüsünde yalındır. Bilgi ve bilgelik, bin yıllık tarihi içinde, ete ve kemiğe bürünmüş, Anadolu insanı diye görünmüştür. Çevresinde büyük bir çekim alanı, oluşturan Anadolu insanı, Türklerin gülen yüzü, konuşan dili ve gören gözüdür. Onun dünyasında bütün insanlara bir gözle bakılır.
Anadolu’da yoğrulan ve üç kıtaya açılan medeniyet, bir fetih medeniyetidir. Ancak bu fetih akılla, silahla yapılan bir fetih değil, gönülle, sevgiyle yapılan bir fetihtir. Anadolu insanının kültüründe, fetihin bir boyutu içe, bir boyutu dışa dönüktür. Gönül fethetmek, ülke fethetmekten daha güçtür. O önce iç dünyasını, sonra dış dünyasını Cennete çevirmiştir. Bu yüzden gittiği her yerde, eli etkin, sözü geçkin olmuştur.
Çift boyutlu fetih eyleminde, dış dünyayı güzelleştirmeden önce, iç dünyayı güzelleştirmeye öncelik verilir. “Görünmeyen Üniversite” kitabımızda, ayrıntılı olarak vurgulandığı gibi, iç dünyalarını Cennete dönüştürmeyenler, dış dünyalarını Cehenneme dönüştürürler. Onların elinde bütün yüzyıllar, barış yüzyılları değil, savaş yüzyılları olur. Savaşlar insanların hem iç, hem de dış dünyalarında, büyük depremlere yol açarlar.
Anadolu insanı, iç dünyayla birlikte, dış dünyayı da Cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüştürmenin, yol ve yöntemlerini, Gazali’de ve Farabi’de aramıştır. Türk toplumunun çift boyutlu uzun ve çileli fetih yolculuğunda, Gazali iç, Farabi dış dünyayı inşa etmenin mimarları olmuştur. Gönül dünyasının sınırsız kaynaklarıyla, iç dünyada inşa edilmeyen, Farabi’nin “Erdemli Devlet”i, akıl dünyasının sınırlı kaynaklarıyla, dış dünyada inşa edilmez.
Anadolu insanının çift boyutlu eylem dünyasında, hem iç hem de dış dünyayı bir bütünlük içinde ele alınarak, iki dünya ayrı ayrı değil, birlikte inşa edilir. Anadolu’nun bin yıllık tarihinin yoğurucuları, dış dünyanın ordularının, aylarca süren geçici seferlerinin öncülerinden daha çok, iç dünyanın yıllarca süren kalıcı seferlerinin öncüleri olmuştur. Onlar kalelerin fatihleri olarak değil, gönüllerin fatihleri olarak, gittikleri ülkelerde yüzyıllarca kalmışlardır.
Farabi ve Gazali sınırları olmayan bir deniz gibi, kutsal kültürün ışığında, Yunan’a ve Roma’ya kadar, bütün insanlığın bilgi ve bilgelik birikimini, onlarca elekten geçirerek, yeniden ele alınmayan, enine boyuna sorgulanmayan, hiçbir konu bırakmamışlardır. Onlar düşünce ve eylem dünyalarını inşa ederken, felsefecilerin eksik haberlerine değil, peygamberlerin eksiksiz haberlerine dayanmışlar, peygamberlere önem ve öncelik vermişlerdir.
Gönül gücüyle akıl gücünü harmanlayan kutsal kültürün yoğurucuları, güneş altında söylenmedik söz bırakmamışlardır. Onların elinde tarihe, topluma, kültüre, sanata ve hayata anlam kazandıran değerler, bütün insanlığın benimsediği, genel geçer ilkelere dönüşmüştür.
İnsanlar ister farkında olsunlar, isterse olmasınlar, nehirlerin denizlerin peşine düştükleri gibi, iç dünyanın zenginliklerinin peşine düşerler. Büyük fetih kapılarının anahtarları, iç zenginliği arayanlara verilmiştir.
İç dünyanın zenginlikleri tarihin her dönemde yalınlığın, derinliğin, doğruluğun, iyiliğin en büyük ve en önemli kaynağı olmuştur.